29 Ocak 2012 Pazar

KANADALI MİSYONER MELİSSA KOKKİNİS NEDEN İSLAMI SEÇTİ?




KANADALI MİSYONER MELİSSA KOKKİNİS NEDEN İSLAMI SEÇTİ?


FACEBOOK aracılığıyla insanlar hıristiyanlaştırılıyor...


Hayatının uzun yıllarını misyonerlik faaliyetleriyle geçiren Kanadalı Melissa Kokkinis'ten açıklamalar ve İslam'ı seçme nedeni..

Hayatını uzun yıllar misyonerlik faaliyetleriyle geçiren Kanadalı Melissa Kokkinis İslam'ı seçti. Kokkinis, "misyonerler internetteki Müslüman gençleri etkilemek için yalan söylüyor" dedi.

Melissa Kokkinis, Kanadalı eski misyoner, yalan ve fırsatçılık üzerine kurulu ve 'kötü misyonerlik' ismini verdiği Hırsitiyanlaştırma eylemlerine karşı koymak için kapsamlı çalışma yapılmasını istiyor.

2002 yılında İslam dinine giren eski misyoner gelişme ve gençlik yıllarının büyük kısmını İncil misyonerliği yaparak geçirdikten sonra kendi tercihiyle örtündü. Montreal'de İslam'ın gerçeğini açıklamaya çalışan basın ve yayınevi kurdu. Şu sıra Lübnan'daki Filistin kamplarında belgesel film çekiyor.

 Timeturk.com Melissa Kokkinis"le ziyaretçileri için görüştü;

Kendinizi kısaca bize tanıtır mısınız?

Adım Melissa Athanasios Kokinis. Montreal-Quebec'de doğdum. Babam Ortodoks doğmuş bir Yunanlı olup annem Katolik doğmuş bir Kanada-Quebec'lidir. Montreal Üniversitesi'nden 2001 yılı Hemşirelik Bilimleri bölümü mezunuyum. St Justine Çocuk Hastanesi'nde birkaç yıl çalıştım. İlk tutkum eskiden de şimdi de hasta çocuklara yardım etmektir.

Anadilim Fransızca. İngilizce ve Yunanca konuşup, yazıp, anlayabiliyorum. Arapça da konuşup okuyorum ancak lehçelerinin çokluğu sebebiyle tüm kelimeleri anlamakta zorluk çekiyorum. Televizyon ve belgesel film yönetmenliği üzerine özel dersler aracılığıyla hobi mahiyetinde eğitim aldım. Aynı şekilde geçtiğimiz yıllarda kısa belgesel filmler sundum ancak profesyonel değildi. Bunu da sadece hobi olarak yaptım.

Bir kitabım bulunuyor. İsmi de 'Kudüs'ten Mekke'ye Giden Yol'. Şu anda Lübnan'da uzun bir drama-belgesel filmi takip ediyorum. 'Santa İsrail' ismini taşıyan bu film İsrail'in Lübnanlı ve Filistinli iki gence fırlattığı hediyelerden yani bomba ve füzelerden bahsediyor.

Doğmamdan birkaç sene önce babam Ortodoksluktan annem de Katoliklikten Protestan Hareketi olan Evanjelizm'e geçti.

İncili dini fikirler açısından gerçekten çok radikal bir ailede doğdum. Büyüyüp yetişirken Kutsal Kitap gece gündüz arkadaşımdı. Kilisemiz Plymouth Brothers ismiyle bilinen kompleksin bir parçasıydı. Bunlar da Protestan Hareketi'nin bir parçası olup dünyadaki herkesin İblis'in hükmü altında olduğuna ve yalnızca kendilerinin kurtulacağına inanmaktadır. Yani biz Mesih'in yakında geri döneceğine inanan Evanjelist Kiliselerin üyesiydik. Delilleri yok ancak adam kaçırma, milenyum, dünya tarihinin 7 aşaması ve sonu fikirlerinden eminler. (Hesap gününün öncesinde bulunduğumuza inanıyorlar).

Kilisen imani konularda aşırı yorumları ile bilinirken ve bu kiliseye ancak İncil'deki kavrama harfiyen uygun bir yaşantı sürenler tabi olabilirken seni İslam dinine iman etmeye iten ne oldu?

İncil'deki aykırı hususlarda bir çok soru sordum ancak hep aynı cevapla karşılaşıyordum. Babamın ya da kilisedeki yüksek mertebeli diğer misyonerlerin söyledikleri beni ikna etmedi. Buna karşın kendimi konuyu unutmaya zorluyor ve aklımı uyutmaya çalışıyordum. Onların cevabı olmayan sorulara verdikleri yanıt hep aynı idi; 'dua et kardeşim, çünkü Rab soruları sevmez'.

Müslümanları dinleri hususunda fitneye düşürmek için kiliseye bir kitap teslim ettim. Bu, Kur'an ayetlerinin anlamlarıyla oynamak için tasarlanmış bir kitaptı. Bu kitabı okumamın amacı ise Müslümanları (dinlerinden) döndürebilmek için dinlerine aşina olmaktı. Bu durum beni, imanım, İslam ve diğer dinler hakkında sorular sormaya itti. Aklıma gelen en önemli soru şuydu: 'Acaba orada İncilciler'e karşı sitede yazan Müslümanlar bulunuyor mu?'

İnternet aracılığıyla yaptığım araştırma sonucu İnciller ve Kutsal Kitap hakkında tartışma siteleri buldum. Bu sitelerde, geçtiğimiz yıllarda kilisemin büyüklerine yönelttiğim ancak cevap alamadığım soruların cevaplarını bulunca şok oldum.

Bu cevaplar, hayatımın akışını değiştirme kararı almama sebep oldu. İslamı Evanjelistlerin söyledikleri aracılığıyla değil İslami kaynaklardan öğrenmeye karar verdim. Sonra İncillerin tarihini yeniden okudum. Kutsal Kitap'ta mevcut tarihi, dini, akli, mantıki aykırılıkları inceledim. Sonunda da Kutsal Kitap'ta Allah'ın, insanların, peygamberlerin, fasık kralların sözlerinin, sahtekârların yazdıklarının ve hurafecilerin rivayetlerinin yer aldığını keşfettim.

Bu yeni kanaatim, putperest imparator Konstantin'in ve düzenlediği İznik Konseyi'nin, İsa'nın hikâyesini ve İncil versiyonları olarak bilinen kitaplarda söylediklerini hangi kitaptan okuyacağımızı, hangi dini akideye (sınırları İsa'nın doğumundan 3-4 yüzyıl sonra tespit edilen akide) tabi olacağımızı belirlediğini öğrendiğimde daha da yerleşti. İmparator, inananlara Mesih'in, Tanrı'nın oğlu olduğunu kabul ettirmeye karar verdi. İşte o vakit kutsal üçlü birlik değil kutsal ikili birlik inancı doğmuş oldu. Zira ilk İznik Konseyi'nde 'İsa Baba'nın oğludur' dendi. Üçlü birlik inancındaki üçüncü şahıs; yani Kutsal Ruh ise 385 yılında bir akidesel konseyde toplananların üzerine indi.

Daha da tehlikelisi İncillerde bazıları birşeylerin doğruluğunu kanıtlamak, bazıları da birşeyleri gizlemek için yapılmış silme ve eklemeler keşfettim. Bazı Fransızca tercümeler, Yunanca ve İngilizce tercümelerden farklı. Bu tercüme, İsa'nın ulûhiyeti ve üçlü inanç akidesini ispatlamaya hizmet ediyor. Ancak bunu Yunanca ya da Latince kaynaklardaki kelimelere harfiyen bağlı kalmak yöntemiyle değil tercümelerde hileye başvurarak yapıyor. Yaklaşık bir sene süren araştırmamda daha birçok şey keşfettim. Hepsinin ayrıntılarını anlatmaya vakit yetmez. Bu keşiflerim arasında kilisenin ilk papalarının hikâyeleri yer alıyor. Bunların arasında da Aziz Pavlus'un hikâyesi. Kendisi İsa'yı hiç görmemiş olmasına karşın Hıristiyanlık dinindekilerin %90'ı, Patris, Yakup, Matta ya da Peter öğretilerine değil Pavlus'un öğretilerine tabidir?! Madem bütün görevi İsa'yı görmemiş, kendisini tanımayan, dahası ona tabi olanlara karşı savaşan bir şahıs üstlenecekti de neden İsa'nın 12 öğrencisi vardı?

Ulaştığım bilgileri sunmak için kiliseye döndüm. Bana psikolojik yıldırma yöntemleri uyguladılar. Beni iman ve İsa adıyla kuşattılar. Ellerinde hergün gözetleyip takip ettikleri bir rehine oldum. Etrafımdakilere baktım. Kendime en sevgili gördüğüm insanların kilise üyelerini gözetleyip casusluk yapan mafyavari diğer yüzlerini keşfettim. Aynı şekilde vatandaşlarının vefasından şüphe ettikleri ülkeleri de gözetlemektedirler.

Kiliseyi terkettim. Çünkü onların yalancı olduklarını, sevgi gösterdikleri halde gerçekte akıl sahibi; düşünen herkesten nefret ettiklerini anladım. Kendilerine tabi olanları ince bir psikolojik aldatmayla bastırıyorlar. Eğer kendilerine karşı gelen olursa da kelime ve aldıkları konumla korkutma kılıcını çekiyorlar. Ayrıca zayıf iradelileri intihara itecek düzeyde psikolojik baskı yapıyorlar. Daha önce göremediğim dindarlığın ne olduğunu görmeye başladım. Ben ve kilisedeki diğer tüm kadınlar, kilisemizin akidesine inananların inancına göre erkeklerden daha alt derecede insan görülerek ezilmekteydik. Zira onların yenilenmiş Protestan inançları, kadının (erkeğin bel kemiğinden yaratıldığı için) erkekten daha alt seviyede olduğunu öğretiyor. Erkek Rabbe itaat edip boyun eğerken kadın, ister eş olsun ister baba, ister erkek kardeş, ister de kilise başkanı olsun erkeğe boyun eğip itaat etmektedir.

Bunun dışında korkunç bir gerçeğin daha farkına vardım. Kilisenin önde gelenlerinden 10 büyüğü, kilisemizdeki yüzlerce kişinin günlük hayatlarının ayrıntılarına hükmetmektedir. Düşünün; bir erkek ya da bir genç kız evlenmek istediğinde önerilen gelin ya da damatla evlenebilmek için bu büyüklerin onayını almak zorunda. Bu bağlamda 'Rab'dan talebe direk cevap duası' adı altında büyükler talepleri alır. Bir süre sonra (bazen aylarca sürer) evlenme talebinde bulunana dönerek 'Rab talebini kabul etti' ya da 'Rab talebini kabul etmedi' der.

Bunun gibi işten arkadaşlıklara, eğitimden yolculuğa tüm hayat meselelerimize karışırlardı. Kilise üyelerinin büyük kısmı kilisenin onayını alabilene kadar evlenemedi. Geçen senelerde ben de diğer kadınlar gibi kontrollerinin kurbanıydım. Bizim akidemize tabi olmayan bayanlarla arkadaşlık yapmama izin verilmiyordu. Dini kilisemizin vasıflarını uygun bulup izin vermediği mekanları ziyaret etmeye gidemezdim. Daha sonra kesin delillerle onların Rabbin rızasını kazanmak için kardeşi kardeşe (kızı kıza, erkeği erkeğe) gözetlettirmelerini emreden gizli öğretilerinin bulunduğunu keşfettim.

Televizyon sadece Protestan kanallarını izlemek için serbest. Mütevazi giysilerin kiliseye has vasıfları bulunuyor. Kim bu kurallara uymazsa kendisine önce dışlanma sonra da kovulma cezası uygulanır. Bu, çok sert psikolojik bir cezadır. Oradan kovulan kendisini cennetten (kiliseden) İblis'in memleketine (yani kiliseden uzak dış dünyaya) kovulmuş gibi hissetmektedir.

İzin verirsen daha açık bir şekilde anlatayım. Yeni kiliselerin büyük kısmı klasik Ortodoks, Katolik ve Protestan kiliselerden aynen Müslümanlardan nefret ettikleri gibi belki de daha fazla nefret etmektedir. Çünkü onların hepsini İblis'in oğulları ve ona tabi olanlar olarak görmektedir.

Allah bana birçok alimin ve aydın Müslümanın kitabını okumayı nasip etti. Bu kitaplardan bazılarını okuduktan sonra Allah Resulü'nün (sav) ve Sahabe'nin (r.anhum)'un hayatına geçtim. Tabi ki bilinen meşhur ilahi mucizeler dışında, güvenilmez tarihi hurafeleri değil inceleme ve araştırma üzerine yapılan, aklın kabul etmediğini kabul etmeyen tercümeleri kendime kaynak aldım. Kur'an-ı Kerim'i farklı tercümeleriyle inceledim. İncilcilerin küçük Müslümanlara yaptığı gibi beyin yıkama ve kandırma yöntemleriyle değil de akıl ve dirayet yoluyla Hıristiyanlıktan İslam'a geçen düşünürlerin söylediklerini okudum. Hakikati araştırmaya başlamamdan bir sene sonra İslam'a girdim.

İslam'a girmem için beni kimse kandırmadı. Aksine ben aklı yerinde, geniş kültür sahibi bir bayandım. Müslüman olduğumda 24 yaşındaydım. Sonradan Hıristiyan olan Rıfka Bari'nin maruz kaldıklarına maruz kalmadım. Öyle ki kendisini kurnaz biri yakaladı ve Facebook aracılığıyla küçük beynini yıkadı. Kendisine (Rıfka'ya) aralarındaki ilişkinin 4 sene boyunca gizli kalmasını emretti. Ancak Amerikan kanunlarına göre buluğ yaşına gelmesiyle meselesi basında patlak verdi. Kendisini din ve imanla ilgisi olmayan siyasi amaçlarla kullandı.

FACEBOOK ARACILIĞIYLA İNSANLAR HIRİSTİYANLAŞTIRILIYOR
Rıfka Bari'nin kandırılma ve beyin yıkamanın kurbanı olduğunu mu söylüyorsun?

Florida'daki Evrensel Devrim Kilisesi papazı Blake Lorenzo'nun Rıfka Bari'yi emirlerinin kölesi yapmak için kullandığı yöntem, Baptist kiliselerle yenilikçi Evanjelist kiliselerin avladıkları tüm insanlara karşı kullandıkları yöntemle aynıdır. Florida'da bir grubun başkanı olan avukatın, Rıfka'nın ailesine teslim edilmemesi için açtığı dava sadece Müslümanlara karşı nefret ve kin duygularını yaydı. Lorenzo ve eşine göre küçük Müslüman kız, ailesinin haberi olmaksızın Facebook aracılığıyla avlanan bir yemden başka bir şey değildi.

Eğer 13 yaşında bir kızı Facebook'ta avlayan katil ya da cinsi sapık olsaydı hapse atılırdı. Ancak Lorenzo, kiliseler topluluğuna üye olması ve Amerika'nın genelinde destekçileri bulunması, yeni Bapdist kiliselerde (Amerika'da on binlerce kişinin tabi olduğu bir akım) müttefikleri olması, maddi açıdan zengin, medya ve siyasi açılarından güçlü, yargının bünyesinde müttefikleri, destekçileri olması nedeniyle hiç kimse bir çocuğu tuzağına düşürmek için yoldan saptırdı kendisine hesap soramaz. Din değiştirmek mümkün olabilir. Bir insan dinini akla dayalı tam bir inceleme yaparak ve yeni dinin akidesini derinden anlayarak değiştirmişse diğer insanların ona saygı duyması gerekir. Ancak Rıfka, Lorenzo ve karısı kendisiyle ilişki kurduğunda daha çocuktu. Onun aklına ne ektiğini kim biliyor? Şu anda karısıyla beraber ona ne yaptıklarını kim biliyor?

Bence bu kız, Lorenzo ve eşi tarafından zayıfları tuzağa düşürmek için en gelişmiş psikolojik ilimleri kullanan misyonerlerin kabiliyetli oldukları dini kandırma yöntemiyle iradesi dışında kaçırılmıştır. Lorenzo tuzağa düşürdüğünde Rıfka özgür değildi. Bence Lorenzo bir sahtekâr. Çünkü Rıfka'nın Amerika'daki kanuni yaş sınırını doldurmasını bekledi. Doldurunca da onu babasının evinden çıkardı ve onun hakkında yaptığı basın kampanyası ile kendisine ün kazandırdı. Bu da aşırılık yanlılarının bağış ve yardımlarını Evanjelist Hıristiyanlaştırmada en başarılı kiliselere ödemeleri anlamına gelir. Bu kampanya şüphesiz Lorenza'ya yaradı. Bundan Amerika'daki küstah Müslüman düşmanları da onlarca senedir Amerikalı Müslümanlara karşı durmayan; kin ve nefreti kışkırtma çalışmalarını sürdürmek için faydalandı. Zira sağcı küstahlar tarafından 'Faşistler' diye tanımlanmaktadırlar.

Rıfka, Blake Lorenzo tarafından kendisine uygulanan psikolojik kontrol nedeniyle anne ve babasına karşı doğru yönde tasarrufta bulunma kabiliyetini kaybetti. Kilisede ben de aynı yönteme maruz kalmıştım. Baptistlerden doğan yenilikçilerle Evanjelist yenilikçi ve hamsinci kiliselerin çoğundaki bayanların durumu da böyledir. Bizlere karşı denenmiş psikolojik yöntemler kullanıyorlardı. Bu yöntemler, insanın aklını ve kendisini kontrol edebilmesini önlüyor. Zira böylelikle kurbanın güveni kazanılıyor. Ardından da kurbanın en çirkin yollarla kullanılmasına başlanıyor. Lorenzo, Müslümanlara karşı psikolojik savaşta kurbanı medya bağlamında kendisine faydalı şekilde kullanabilmeyi başaran isimlerden biri oldu. Aynı şekilde büyük bağış verenlerin sempatisini kazandı. Artık paralarıyla gelecekte bir çocuğu annesi ve babasından; onlardan korktuğu iddiasıyla çalan, Müslümanları kahreden 'Lorenzo'ya yönelecekler.

Rıfka'nın Söylediği Sözleri Lorenzo'nun Söyletmediğini Kim İspatlayabilir?

Kilisede olduğum vakit, vaizin söylediklerinin Allah'ın kelamı olduğuna inanıyordum. Çünkü inancımıza göre Allah bizim içimizdeydi ve O'nun sesini duyuyorduk. İmanımız arttıkça da ona yaklaşıyorduk. İnsan tövbeye ve kendisine İsa tarafından bahşedilen elçiliğ yaklaştıkça dili İsa'nın konuşmasına daha da yakın olurdu. Bu yenilikçi Evanjelist akidedir ve her fert, yenilikçi Evanjelist kilisenin fertlerinden dayanağını alır. Toprağa verilip Mesih'le ölümden kalkmış tövbe hayatı yaşar. (yani malumat suyuna daldıktan sonra kalkmış). Göğsünde Rab yaşar. İnsanlarla konuşurken kendi diliyle değil Allah'ın diliyle konuşur.

Bir düşün, eğer Rıfka geçen 4 yıllık çocukluğu boyunca bu sözlere inanmışsa Blake Lorenzo'nun kendisi üzerindeki egemenliği ne boyuttadır! Ben şahsen kilisedeyken büyüklerimizden biri intihar etmemi emretseydi yapardım. Çünkü onun sözünün Allah'ın kelamı olduğuna inanıyordum. Blake de kesin bunları o çocuğun aklına ekti. Buradan Amerika'da ve dünyanın her yerinde Rıfka'nın ailesi ile dayanışma kampanyası başlatılması çağrısında bulunuyorum. Bugün onlara olan yarın başka bir ailenin başına da gelebilir.

Öyleyse sen bir kişinin dinini değiştirmesinin karşısında mısın?

Ben bir kimsenin dini ve inancı ne olursa olsun dini inancının gereklerini yerine getirmesinden yanayım. Ancak ben Protestan misyonerlerin, Hıristiyanlık inancı ile değil de siyasi bir iman ile kandırmalarının karşısındayım. Bunlar bildiğim kadarıyla İsa'nın düşmanıdır. Çünkü İsa buyruklara iman etti. Yani yalan söylemiyor ve çalmıyordu. Oysa bunlar yalan söylüyor, kandırıyor, diğerlerinin akidelerini karalıyor, büyük mali kapasite ile güçleniyor. Bu mali güce de aralarında Amerika ve Kanada hükümetlerinin de bulunduğu bir dizi hükümetin ödediği ve vergi iadesi olarak tabir edilen bağışlar yoluyla ulaşmaktadır. Ben bir insanın istediği dini seçmesinden yanayım. Ancak yaşlı bir adamın karısıyla beraber bir çocukla dalga geçmesine, dinini değiştirmek için onun çocuksu cehaletini kullanmasına ve dahası onu Müslümanlara karşı sürdürdükleri Haçlı savaşında kullanmasına karşıyım.

İyi ve Kötü Misyonerlik Hakkında Yazdığını Biliyorum

İyi misyonerlikten kastım din adamları oluyor ve dinlerinde inandıklarının hak olmasını seviyor ve hayrın tüm insanlara yayılması için çalışıyor. Bunlar inanç olarak her ne kadar bize ters düşseler de saygıyı hakediyor. Çünkü açıklar, kelimelerle oynamıyor, insanları kandırmıyor ve gerçekleri saptırmıyorlar. Onlara karşı düşmanca tavır almaktansa kendileriyle tartışmalıyız. Çünkü dinimiz fikri denklik açısından zayıf değildir.

Kötü misyonerliğe gelince bu misyonerliğin gizli siyasi hatta bazen daha öte bir gündemi bulunmaktadır. Evanjelist misyonerliğin kötü elemanları İslam hakkında yalanlar türetmektedir. Örneğin meşhur Baptist bir vaiz hala Müslümanların ay tanrısı Hubel'e taptıklarını ve ona 'Allah' ismini verdiklerini söylemeye devam etmektedir.

Bu şahısların, dünya çapında büyük projeleri olan örgütlerle bağları bulunuyor. Onların imanı kendilerine İsa'nın ikinci kere ortaya çıkması için olayların meydana gelmesi gerektiğini söylemektedir. Bu felaketler kendiliğinden meydana gelmezse bu kehanetleri; özellikle de Kutsal Kitap'ta yer alan ve insanların 'armageddon' ya da 'dünyanın sonu' olarak bildiği olayları gerçekleştirmek için gizlice çalıştıklarını görürüz.

Bu İyi ve Kötü Gruplar Arasındaki Farkı Nasıl Bilebiliriz?

Orada büyük kısmı insani yardım ve gönüllü çalışma adı altında İslam Dünyası'na karşı savaşan 800 bin Baptist ve Evanjelist yenilikçi kötü misyoner bulunmaktadır. Bunlar, iki hedefle siyasi çevrelerce uluslararası boyutta çok güçle desteklenmektedir. İlk hedef, truva atı olması için en çok sayıda Müslümanın Hıristiyanlaştırması, ikinci hedef ise içeriden vurulması için Doğu kiliselerine nüfuz edilmesidir. Bu nedenle de tuzaklarına düşen kimselerden –eğer doğulu bir Hıristiyan ise- kiliselerini terketmelerini istememektedirler, aksine onlara kiliselerinde kalmalarını ve daha başkalarını da tuzaklarına düşürmelerini nasiha etmektedirler. Bu esnada Müslümanlardan Hıristiyanlaştırdıklarını da Allah'ın düşmanları diye vasıflandırdıkları Müslümanlara karşı basın organlarında sürdürdükleri psikolojik savaşta kullanmaktadırlar.

Bunların Müslümanlara Tesir Etmesinden Korkuyor musun?

Ben bunların, Müslümanlardan dinlerinde cahil olanları kullanmasından korkuyorum. Çünkü bunlar peygamber kıssalarıyla oynuyor. Ayetleri kesmek ya da kapsamı dışında kullanmak ve kelimeleri harfiyen açıklamak suretiyle Kur'an'ın manalarını bozuyor. Bunu bilmeyen sapar.

Onları hafife almamak lazım. Çünkü misyonerlik çalışmaları aracılığıyla Irak Kürdistan'ında ve Afrika'nın kuzeyinde çalışmalarının meyvelerini bol bol topladılar. Brezilya'da da durum aynı gidişatta. Katolik olan bu ülkede geçen yüzyılın başına kadar yenilikçi Evanjelistler yoktu. 1 yüzyıl ve 9 sene sonra yenilikçi misyonerler kiliselerine 50 milyon Brezilyalı kazandırdı. Çin ve Hindistan'da da aynı şekilde milyonlarcasını kazandırdılar. Nijerya'da küçümsenmeyecek derecede popüler güce sahipler. Kanada'da her yıl on binlerce Katolik ve Anglikan kazanıyorlar. İslam dünyasında ise Hıristiyanlaştırma çalışmalarında iki bölge dışında ciddi sorunlarla karşılaşmaktadırlar. Kilisedeki yıllarımda misyonerlerin büyüklerinden, Irak'ın Kürdistan bölgesi ile Afrika'nın kuzeyindeki Amazig bölgelerinde insanların arap-Müslümanlarla aralarında etnik sorunlar bulunması nedeniyle Hıristiyanlığı kabul ettiklerini duyuyordum.

Siyasi Gündemi Olduğunu Söylediğin Kötü Misyonerlik Olgusu İle Nasıl Mücadele Edilebilir?

Ne yazık ki orada İslami akideye karşı koymak için uzman onbinlerce elektronik site bulunmaktadır. Bunu Müslümanları zihinsel tartışmalara sokup imanlarını zayıflatıp yoketmek için yapıyorlar. Bu sitelerdeki insanlar Müslümanların konuştuğu tüm dillerde konuşuyor. Oysa Kur'an-ı Kerim'in Amazig diline sadece birkaç hafta kadar önce çevrildiğini görüyoruz.

Bunlar örgütlenmiş durumdalar ve siyasi gayeleri olup bu örgütleri siyasi hedefleri için direk kullanan ülkelerden maddi, manevi, diplomatik açılardan çok büyük boyutta destek görüyorlar. Sanırım başta tüm mezheplerden Hıristiyanlarla yenilikçi Evanjelistleri birbirinden ayırıyorlar. İki taraf arasındaki fark ne kadar da büyük! İlki bir din sahibi ve onu doğru görüyor. Diğerlerinden, kendi dinine muhalefet ettikleri için nefret etmiyor. Doğulu Hıristiyanların bu kötü misyonerlere karşı daha etkin olması söz konusu olabilir. Çünkü onlar bu kötü misyonerleri yıkma mantığında kullanılacak yöntemleri daha iyi bilmektedir. Yenilikçi Evanjelist, hayattaki görevini misyonerlik ve Armageddon'a iman etmeleri için insanları avlamakta sınırlı görmektedir. Bunun için de logolarının 'haç' değil 'balık' olduğu görürüz. Karşı taraftakilerin saflarına sızma hedefini gerçekleştirmek için tahrik, nefret yayma ve karalama gibi kirli yöntemleri kullanmakta tereddüt etmezler.

Geleneksel Hıristiyanlar ve Müslümanlar Evanjelist örfünde Hıristiyanlaştırılması ve Rab tarafından seçilenler –iddialarına göre- arasına katılmaları için avlanması gereken tek taraf olarak görülmektedir.

Özellikle batıdaki Müslümanlar arasında yayılan kötü misyonerliğe karşı bir umut görüyor musunuz?

Onlar insanları aldatıyor ve ihtiyaçlarını kullanıyorlar. Ya da zor görünen oysa gerçekte cevapları çok kolay olan tartışmalarla düşüncelerini dağıtıyorlar. Sürekli tekrarladıkları bir soru var. O da Muhammed (sav)'ın kan akması taraftarı olduğu sözleridir. Buna Kur'an-ı Kerim'den ve peygamberin (sav) siretinden hikâyeleri delil olarak getiriyorlar. Cahil Müslüman da doğruluğu şüpheli bu bilgiye inanıyor çünkü aklı kapalı. Oysa doğru cevabı araştırsa Allah Resulü'nün tüm savaşlarının savunma savaşı olduğunu, savaşı teşvik eden Kur'an ayetlerinin de Müslümanların dinlerine zafer getirmekte gevşeklik gösterdikleri koşullarla ilgili anlık teşvikler olduğunu ve savaşa teşvik eden ayetleri, eğer Müslümanlara saldıranlar barışa yanaşırsa bunu kabul etmeye davet eden ayetlerin izlediğini görürdü.

Kafaları Karışanları Kötü Misyonerliğin Elinden Kurtarmak İçin Ne Yapmalı?

Farkındalık bilinci yayılarak ve Müslümanların konuştuğu tüm dillerde internet siteleri kurup misyonerlerin kullandıkları aldatma yöntemlerini açıklama yoluyla olabilir. Örneğin ben Montreal'de bir kütüphane-cafetarya açmayı planlıyorum. Orada öğrencilere ücretsiz servis yapılacak. İslam hakkında tartışma için bir sahası olacak. Burada İslami gerçek kitaplar ücretsiz olarak incelebilecek. Bu kütüphane-cafeteryada gelenlerin Allah Resulü'nün hayatını, gönderilme hikâyesini konu alan filmler izlemesi de mümkün olabilir. Kütüphanede İslami eğitim broşürleri de bedava dağıtılacak. Bu fikri tek başıma uygulamaya çalışıyorum. Bu noktada girişim ruhuna ihtiyacımız var. Kendisini İslam'ın elçisi sayan her iltizam sahibi Müslüman'ın birşey yapmaya kalkması gerekir. Eğer niyetinde sadıksa şüphesiz başarılı olacaktır.

Pratik olarak tasarıyı uygulamaya başladın mı?

Bu projenin sorumluluğunu yüklenecek kurumun yasal evraklarını düzenliyorum. Ancak Allah için olan inşallah gelişecektir.

Timeturk olarak bize vakit ayırdığınız size teşekkür, ediyoruz?

Asıl ben size teşekkür ederim. Hakikatlerin insanlar arasında yaygınlaşmasını sağladığınız için…

TIME TURK



http://www.medya73.com/kanadali-misyoner-melissa-kokkinis-neden-islami-secti-haberi-82314.html


Bir Meksikalı'dan İslam'ı öğrenmek...




Bir Meksikalı'dan İslam'ı öğrenmek...

Meksikalı bir genç internette tanıştığı Türklerle karşılıklı içki içiyor... Sonra o Türkler bu genci Türkiye'ye davet ediyor... Sonrası mı okuyun ve "İslam ve iman"ı fark edin...

Resmi adı Carlos Alberto Reyes Salcedo. Amerikan filmlerinde gördüğümüz her Meksikalı kadar asi ve her Meksika dizisinde olduğu gibi karizmatik… Olağandışı ama bir gün internette tanıştığı Türk arkadaşları onun imana ermesine neden oldu. Üstelik kendileri dahi henüz iman etmemişken… 

Meksikalı Osman ile hidayete erme öyküsü üzerine bir söyleşi yaptık…

İslam’la nasıl tanıştın? Nasıl Müslüman oldun?

(Gülüyor) Ben Türkiye’ye geldiğimden bu yana çok anlattım bu hikâyeyi. Ondan gülüyorum. Önce şunu söylemeliyim. Siz burada yaşadığınız için burada olanları fark etmiyorsunuz. Bu ezanları, camileri, insanları görmüyorsunuz. Bunlar insana her an gerçekleri hatırlatıyor. Ben ateisttim. Katoliklik orada geçerli din ama buna inanmıyordum. Yaşıtlarım gibi internette chat yapıyordum. Bu chat’ler sırasında 2-3 Türk arkadaş buldum. Onlar çok ibadet etmeyen sadece Müslüman olan Türklerdi. Eğleniyorduk, webcam’den karşılıklı bira içiyorduk. Ama onlarda benim hiç alışkın olmadığım bir tavırla misafir etme arzusu vardı.

Nasıl bir tavır?

‘Gel İstanbul’a seni gezdirelim’ diyorlardı. Onların bu dostça tavırları beni çok etkiledi. Çok samimi olunca ‘Nesiniz siz’ dedim. ‘Müslümanız’ dediler. ‘Müslüman’ terörist demekti benim için! Ama terörist gibi değillerdi. Aksine çok samimi ve iyiydiler. Ben de Müslümanlık hakkında araştırmalar yaptım. Fıtratımızda olduğundan sanırım, kalbim araştırdıkça ısındı. İnternette ‘Meksika’da Müslüman, İslam’ vs. gibi şeyler yazıp bir İspanyol bir cemaat buldum. Onların bir mescidine gittim. Sadece bakmak için. Orayı gördükten sonra özellikle benim için her şey değişmişti. Bozuk gözlerime gözlük taktım sanki. Korktum, ‘Ne oluyor’ dedim. Çünkü fiziksel bir değişim hissediyordum. Kalbim beni sürekli uyarıyordu sanki. Nihayetinde onlara Müslüman olmak istediğimi ve tek bir Allah’a inandığımı söyledim. Onlar da bana sen zaten Müslüman olmuşsun dediler(gülüyor)

Tüm bunlar kendi içinde yaşadığın bir süreçti o halde?

Evet. Yani fıtratımızda Müslümanlık var. Onu bulmak zor değil. Söylediğim şeye belki inanmazsınız ama ben çocukluktan bu yana ‘Allah ve Mekke kelimelerini biliyordum. Nasıl ‘Paris’ denince ‘Eyfel’ deriz, aynı onun gibi Müslüman denince ‘Allah’ derdim.

Bir yerden mi duydun?

Yo hiç bir yerden... Müslümanlıkla ilgili bir şeyleri duyamam zaten televizyonlardan. Sadece kalben bunu biliyordum. Bu çok güzel bir şeydi. Kelime olarak vardı bunlar benim zihnimde. Müslümanlığımın ilk zamanlarında gerçekten hiç bir şey bilmiyordum. Ama samimi olarak çok inanmış ve bağlanmıştım. Bir dua ettiğimde anında olduğunu fark ediyordum. Müslüman olmayanların yüzünü... siz nasıl diyorsunuz ‘monster?

Canavar mı?!

Evet. Sanki canavar, hayvan sureti gibi görüyordum.

Ailen nasıl karşıladı Müslüman olmanı? Nasıl söyledin mesela…

Gittim ve birden ‘Ben Müslüman oldum’ dedim.

Nasıl yani birden başına dikilip söyledin mi?

Evet(gülüyor) Ben söylemeyi planlamıyordum aslında. Nasıl sarhoş olunca, siz belki bilemezsiniz ama, hani kontrol onda değildir ya onun gibiydim. Birden ve nasıl tepki vereceklerini bilmeden ‘Evet ben Müslüman oldum baba’ dedim. ‘Bizim için fark etmez, her şeyi kabul ediyoruz, sen mutlu ol’ dediler. Sonraları bendeki değişimi görüp korktular. Namaz kılıyordum, Oruç tutuyordum. Onlar da ‘Seni kim böyle ikna etti’ dediler. Müslüman olmak gerçekten kolay değil. Özellikle Meksika gibi bir yerde… Zor dönemlerdi. Çok şükür atlattık. Allah gerçekten var ve bu insana sabır veriyor.

Türkiye’ye nasıl geldin peki?

Hani o benim Türk arkadaşlarım var ya, onlarla konuştum. ‘Ben Müslüman oldum, siz bana neden tüm bunları açıklıkla anlatmadınız’ diye sitem ettim. Kur’an okumayı öğrendim. O kadar heyecanlıydım ki herkese okuyordum. Onlar da ‘Dur, dur’ diyorlardı, bıkıyorlardı(gülüyor) Bu arada diğer cemaatin bazı yanlışlarını görüp korktum. Çünkü bana ‘Üniversiteyi bırak, sadece burada kal’ dediler. Ekmek yapıp satıyorduk orada. Ancak okulu bırakmak istemiyordum. Allah için yaptım ve yapardım da ama onlar birkaç ekmeğin kalmasına bile razı olmuyorlardı. Çok daha fazla çalışmamı istiyorlardı. Ekmekleri satamayınca onlarla bozuştuk(gülüyor) Ama ben ne yapayım? Tüm ekmekleri satmamı istediler ama satamadım. Yine de Allah razı olsun, Müslüman kardeşlerim onlar benim ve her şeyi onlardan öğrendim.

Ne okuyordun orada?

8 yıl konservatuar okudum. Orkestralarda şeflik yaptım, bestelerim var. Şu an ünlü olduğunu söyleyebileceğim bir grupta basgitar çaldım.

Hangi grup?

Bilmemeniz daha iyi. Yani boş verin. Bakarsınız internetten. Beni de onlar gibi bilmeyin. Şahitlik etmeyin. Zaten kısa zaman sonra okulu maddi sorunlardan ötürü bırakmak zorunda kaldım. Tekrar devlet okuluna kayıt yaptırdım. Orası da 7 yıl daha okumamı istedi. Buna gerek yok dedim. 7 yıl çok fazla ve Allah bize ‘Dünyada ne okul okudunuz’ diye sormayacak. 7 yılımı o okula vermek istemedim.

Peki, o cemaatten ayrılıp yalnız kalınca ne yaptın? Başka bir mescit mi buldun?

Sizin bir atasözünüz var. “İnsan hata yapa yapa öğrenir” diyorsunuz. Onun gibi işte bir hata yapmıştım ama devam etmeye kararlıydım. İlk işim eve seccade almak oldu(gülüyor) İnternetten seccade aradım. Bursalı bir Müslüman’la tanıştım. Meksika’da yaşıyordu. Türk halıları satıyordu. Gidip onunla tanıştım. Seccade ve namaz malzemeleri aldım. Arkadaş olduk ve Türklere ve Türkiye’ye olan sevgimden söz ettim. Bana bir Türkçe kursu buldu. Orada Türkçe öğrenmeye başladım. Allah dualarımı kabul etti geçen Ramazan’da Türkiye’ye geldim. Sınavlara çalışmaya başladın.

Ne sınavları?

Üniversite sınavları. Burada üniversite okumak istedim. Buraya geldiğimden beri ben kendimi kendi ülkemde hissediyorum. Orada İslamiyet yaşanamaz. Ondan oraya dönmek istemiyordum. Çok şükür burada sınava girdim ve Karadeniz Teknik Üniversitesi Türkçe Öğretmenliği’ni kazandım. İlahiyat okumak istedim ama puanım yetişmedi. Her işte bir hayır vardır tabi. Bir de Türkçe öğrenmek istediğim o zaman Türk dizileri izlemiştim.

Hangi dizileri izledin?

‘Gülbeyaz’ diye bir dizi. Onlardan öğrenmiştim az çok. Meğer o Karadeniz şivesiymiş! Sonradan öğrendim(gülüyor) Şimdi orada zorluk çekmeyeceğim (gülüyor) Üniversiteyi babam için okuyorum. Önceden bu Carlos babasına çok asilik ediyormuş. Şimdi Osman babasının gönlünü yapmaya çalışıyor. Bana kalsa hafız olmak istiyordum. Ama önce babama bir meslek vermeliyim.

Latin Amerika’da yoldan geçen herhangi bir adam ‘İslam’ hakkında ne bilir?

Onların bildikleri maalesef sadece 11 Eylül ve Usame Bin Ladin! Teröriste benzer bir havamız var maalesef. Orada bu yöndeki cehalet çok büyük ama bunun sorumlusu biziz. Kardeşlik duygusu maalesef yok. Orada zaten belli bir yaşa kadar Katolik olmak zorundasınız. Reşit olana dek din değiştiremezsiniz. Ama etkilenen ve Müslüman olmaya çalışan, buna rağmen ona İslam’ı anlatacak adam bulamayan birçok insan var. Geçen ay buraya bir arkadaş geldi Meksika’dan. 54 yaşında ve 49 yaşında İslamiyet’i bulmuş. Düşünün, hayatının çoğu günah içinde geçmiş. Allah emrederse biz şu Boğaz’dan geçebiliriz. Ve hiç bir şey olmaz. Allah istedi biz de çok şükür Müslüman olduk. Meksika’da Müslümanlık ırktan kaynaklanan bir durum gibi görülür. Yani bir Meksikalının veya İngiliz’in Müslüman olmasına gerek yoktur(gülüyor) Oysa Cat Stevens gibi bir adamı görmüyorlar. Onun doğuştan Müslüman olan bir insandan daha samimi olabileceğini anlamıyorlar. Ama bakın ona artık herkes Yusuf diyor. Çünkü adını ve şöhretini bir yere bırakacak kadar samimi.

Müslüman olmadan önceki hayatın nasıldı?

Karanlık. Oldukça karanlık. O yüzden size üzülüyorum. Burada bir çöküşün başlangıcı sayılabilecek bazı şeyler var. Ahlaki çöküş. Siz Batı’ya benzemeyin. Bu şekilde devam ederse kıymetli şeylerinizi kaybedersiniz bizim gibi. Meksika’ya bakın. Artık dünyanın en tehlikeli şehri artık… Hırsızlık, cinayet, kaçakçılık…

Türkiye’de Ramazan nasıl geçiyor?

Çok güzel. Ben Teravih’e gidiyorum her gün. 80 yaşındaki amcalar benle namaza geliyor. Bu çok güzel bir şey vallahi! Meksika’da insanlar kendi ninelerine dahi güvenmiyorlar. Dün teravihten çıktıktan sonra yaşlıca bir teyzeye rastladım. Teyze yanıma gelip ‘Selamünaleyküm’ dedi. ‘Aleykümselam’ dedim. Hayatımın en hoş anıydı. Hiç tanımadığınız biri yanınıza gelip din kardeşi olduğunuz için size selam veriyor. Ne güzel şey! Teyzeye dua ettim hemen orada. Allah ondan razı olsun.

“İNANIYORUM, BABAM DA MÜSLÜMAN OLACAK”

Ailen etkilendi mi Müslüman olmandan? Onların da aklına geldi mi sorular?

Kız kardeşim İslam’a çok yakın. Benim takke takmamı çok seviyor. ‘Yakışıklı oldun’ diyor. Daha 10 yaşında ama bir insan kötü bir şey yapınca ‘O Katolik, yapar’ diyor. Evde Kur’an-ı Kerim’i bilgisayardan dinlerken ‘Elhamdülillah dedi’ diye takip ediyor. Benden duyduklarını uyguluyor. Meksika’ya gittiğimde sadece bana göstermek için başörtüsü takıyor. Onu birkaç sefer Cuma Namazına ve bir kez bayram namazına götürdüm. Bizimle namaz kıldı. Müslüman çocuklarıyla oynadı. İnşallah büyünce onu buraya getirmek burada yetiştirmek istiyorum.

Ailen bu duruma bir şey demez mi, izin verecekler mi?

Bizde izin yok sizinki gibi(gülüyor) Biraz büyüsün benimle buraya gelmek isteyecektir. Babam da inşallah Şubat ayında Türkiye’ye gelecek. Oysa Türkiye’ye gelirken babam teknolojisi olmayan, çok geri bir ülkeye geldiğimi sanıyor, üzülüyordu. Öyle güzel anlattım ki gelmek istiyor. Ve inanıyorum ki Ezan sesini duyunca Müslüman olacak. Annem değil ama ikisini İslam’a yakın hissediyorum. Babam arada sakal bırakıyor mesela. ‘Bak Müslüman’a benzedim mi?’ diyor. Bunları görünce mutlu oluyorum ben. Onlara İslam’ı doğru anlatabildiğim için. Etkileyebildiğim için…

Sen adını değiştirmeyi düşündün mü?

Beni Müslüman yapan İmam ‘Osman olsun adın’ dedi. O zaman ‘Osman’ kimdir bilmiyordum tabi(gülüyor) Sonradan öğrendim. Ama çok sevdim. Fenerbahçeli arkadaşlarım Carlos demekten çok hoşlanıyorlar hâlâ ama kızıyorum ben.

Carlos ne demek peki?

Müslüman olmadan önce, içki içen, ailesini üzen, kötü alışkanlıkları olan adam demek(gülüyor) Benim için başka anlamı yok.

Biz Meksikalıları Pembe dizilerden tanıyoruz…

Marimar felan değil mi? Biliyorum onları ben de(gülüyor)

Evet. Peki, neden herkesin adı o kadar uzun?

Bizim aynı Arap ismi gibi ‘İbn’ var. İspanyalılar Meksika’yı fethedince onlara da Endülüs’ten gelen bir adetlerini aktarmışlar. Mesela benim adım ‘Carlos Alberto Reyes Salcedo’ Babamın adı Alberto ve onun oğlu olarak adını alıyorum. Sonra da onun soyadını ve ardından annemin soyadını. İsim olarak da Carlos demişler(gülüyor)

GERÇEK HAYAT DERGİSİ

‘MESİH BENİ İSLAMA ÇAĞIRDI’





'MESİH BENİ İSLAM'A ÇAĞIRDI ’

Geçtiğimiz günler gazeteler bir haberle çalkalandı ve yankılandı. Gazetelere düşen bir habere göre, İsrail’de her yıl en azından 100 kadar Yahudi İslamiyeti seçiyor. İsrail’de günlük olarak çıkan Maariv Gazetesi’nin yaptığı araştırma okuyanları ve duyanları şoke etti. Gazeteye göre, yüzlerce Yahudi dinlerini bırakıp Müslüman oluyor. İsrail mahkemelerinin verileri, son iki yılda 250 Yahudi’nin Müslüman olma talebiyle mahkemelere başvurduğunu gösteriyor. Başvuranlar nüfus cüzdanlarında yazan Yahudi ibaresini İslam’a çevirmek istiyor. Gazetenin haberine göre, Yahudiler arasında artan ‘Müslüman olma’ olgusu son beş yılda gözle görülür biçimde arttı ve yaygınlaştı.

Neden? İslamiyet muzaffer ve galip bir din olduğu için mi? Kestirmeden hayır. Zahiri olarak böyle bir durum yok. Bununla birlikte, İslamiyet yenik göründüğünde dahi o muzafferdir. Zira, İslamiyetin değerleri yenilmez. Sadece onun mensupları yenilir. O da muvakkaten ve yenilenmek için. Bediüzzaman, ‘kimse Risale-i Nuru yenemez’ derken işte bu gerçeğe işaret ediyor ve bu gerçeğin köklerine ve aslına vurguda bulunuyordu. Moğollar zaferlerinin zirvesindeyken Müslüman oldular. Müslümanların yenilgiden yenilgiye koştukları 19’uncu asırda Senusiler Afrika’da milyonları İslam’a kazandırdılar. Dolayısıyla İslamiyetin dışındaki bir terkiple günümüzdeki ruhi boşlukları doldurmak tek kelime ile imkansız. Yahudiler de Hıristiyanlar da, aynı bozulmamış berrak kaynağa muhtaçlar. Bir gün muhakkak fevc fevc yani grup grup İslamiyete dahalet edecekler. Zira aradıklarını onda bulacaklar. İslamiyet beşeriyet için son reçetedir ve güneş Batı’dan tulu edene kadar bu reçete geçerliliğini ve salahiyetini muhafaza edecektir. Yahudiler gibi Hıristiyanlar da birer ikişer Müslüman oluyorlar. Biz efalimizle İslamiyetin değerlerini izhar etsek ve gerçek manada ona ayna ve ayine olabilsek belki de bütün beşeriyet kısa zamanda İslamiyetle şereflenecektir. Lakin bizim kötü örnekliğimiz ve usve-i hasene olamamamız İslamiyetin yayılmasını da muvakkaten perdeliyor ve engelliyor. 



Son sevindirici bir gelişme ‘İsevi Müslümanlar’ bağlamında, siyah bir Amerikalı rahibenin Müslüman olması ve onun ötesinde hizmet verdiği kilisede beş vakit namaz kılmasıdır. Rahibe ve arkadaşları, kilisenin bir bölümünü mescid haline getirmişler ve oraya yaygılar ve kilimler sermişler ve topluca ve ferdi olarak orada beş vakit namazlarını eda ediyorlar. Homes Reden, bu hususta insanı çarpan bir ifade kullanıyor: Beni İslamiyete çeken Mesih oldu veya Mesih beni İslamiyete çekti ve çağırdı. Sanki onun rehberliğinde ve onun delaletiyle İslamiyete girdim.

Gerçekten de rahibenin serüveni inanılır gibi değil. Al Arabiya Kanalı’nın söz konusu siyah rahibe Homes Reden’le konuşması insanın tüylerini diken diken ediyor. Hemen bir ahirzaman müjdesiyle daha karşılaştığınızı anlıyorsunuz. 25 yıldır rahibelik yapan Reden annesini kaybediyor ve hüzünlü ve kederli bir atmosfere giriyor. Sonra da teselli bulmak için çocuklukta öğrenmiş olduğu bazı İslami şiarları/ritüelleri ve ibadetleri yerine getirmeye başlıyor. Bununla teselli buluyor. Keder kapısı hidayet kapısına dönüşüyor. ‘Bir sevdiğimi kaybederken ebedi saadetimi ve sevincimi kazandım’ diyor. Reden’in durumu tam da bir ilahide dile getirilen durum gibi: Dermân arardım derdime. Derdim bana dermân imiş. Burhân arardım kendime. Aslım bana burhân imiş.

İslamiyetin cezbesine kapılıyor ve kuvvetli bir gücün kendisine çektiğini ve direnemediğini ifade ediyor. Bunu şöyle izah ediyor: “Kuvvetli bir biçimde kanaat getirdim ki, İslamiyete beni çeken ve ona çağıran ve ikna eden ve rehber olup önüme düşen bizzat Mesih’in kendisiydi...” Hâlâ içinde bulunduğu durumu izah edemediğini ve bazen de şaşırdığını söylüyor. Gerçekten de Homes Reden’in hikayesi ibretlik bir hikaye. Binlercesi gibi. Daha önce de ABD’de benzerleri yaşanmıştı. Yine o benzerleri gibi Reden de bir İsevi asıllı Müslüman olduğunu söylüyor.

Gerçekten de Mesih nasıl taraftarlarını ve tabilerini İslamiyete çağırmasın ki? Zaten kendisi de İslam peygamberleri silsilesinden birisi. Muhammed Ataurrahim’in yazdığı gibi o bir İslam Peygamberi. Peygamberimiz, peygamberleri; şeriatları ayrı dinleri bir veya anaları ayrı babaları bir kardeşlere benzetmiştir. Bu yönüyle, Hazreti İsa diğer peygamberlerden de ayrılıyor. İlk bi’setinde Hazreti Musa’nın şeriatına tabi olan ve o şeriatı manevi nefesiyle tadil ve tashih eden Hazreti İsa, ikinci gelişinde ise İslam şeriatına tabi olacaktır. Dolayısıyla hadis tabiriyle ifade edecek olursak, hem ana hem de baba yoluyla bir; Hazreti Peygamberimizin öz kardeşi (şeriat olarak tabii) olacaktır. Diğerlerinin şeriatı ayrı iken Hazreti İsa’nın şeriatı da aynı olacak. Homes Reden’in tek üzüntüsü eskisi gibi çocukları vaftiz edememesi ve bu görevin elinden alınmasıymış.

http://www.alarabiya.net/articles/2009/07/29/80196.html

http://video.alarabiya.net/ShowClip.aspx?ClipID=2009.07.29.10.10.40.859 (VİDEO)

http://www.timeturk.com/yazardetay.asp?Newsid=14796

Her Yıl 100 Yahudi, İslamiyet'e Geçiyor !



Her yıl 100 Yahudi,İslamiyet'e geçiyor!

İsrail'de yayın yapan Maariv gazetesine göre onlarca İsrailli hristiyanlığı seçerken 2009 yılı içinde 100'e yakın Yahudi İslam'a geçti.

Maariv dünkü haberinde, 2005-2007 yılları arası 306 kız öğrencinin dinlerini değiştirmek için İsrail Adalet Bakanlığı'na başvurduklarını,306 kız öğrenciden 249'unun İslam'a, 48'nin ise Hristiyanlığa geçmek istediklerini 
yazdı.

Gazete, Adalet Bakanlığından 2008 yılında dinini İslam olarak değiştirmek isteyen kız öğrenci sayısının had safhaya ulaştığı, dinini İslam olarak değiştirmek isteyen erkek öğrenci sayısının 112, Hristiyanlığa geçmek isteyen erkek öğrenci sayısının ise yaklaşık 26 olduğu açıklaması geldi.

Adalet Bakanlığından yapılan açıklamanın ilk bölümüne göre dinini değiştirmek isteyen Yahudi 32 erkek öğrenciden 15'i İslam dinine 15'i ise Hristiyanlığa geçti.

YAHUDİLİĞE GEÇİŞ AZALDI İSLAM'A GEÇİŞ YÜKSELİŞTE

Maariv Gazetesinin açıklamasına göre ise son zamanlarda Yahudiliğ'e geçen kişi sayısı azaldı. 2005 yılında 820 kişi 2006'da 589 kişi,2007 'de 556 kişi geçen yıl da 767 kişi Yahudiliğ'e geçti.

İSLAM'I SEÇİŞ KATLANARAK ÇOĞALIYOR

Yediot Ahronot gazetesi ise, İsrail nufus idaresinin açıklamış olduğu rakamlar geçmiş yıllarda Müslümanlığı tercih edenlerin sayısını ikiye katlamış olduğunu yazıyor.

2003'te 40, 2004'te 27, 2008'de 33 Yahudi, Müslümalığı seçmişti.

Yediot Ahronot'un haberine göre, İslam'ı seçenlerin sayısındaki dikkate değer artış İslam dini hakkındaki araştırmların sayısını da arttırıyor. İnsanların İslam dini hakkındaki meraklarını körükleyip onları araştırmaya itiyor.

Bir çok Hristiyan ve Yahudi kadın Müslüman erkeklerle evlenmekte bir sakınca görmüyor.

İslam'ı tercih edenlerin içinde kadınların erkeklere oranla büyük bir üstünlüğü var ama geçmiş yıllardaki Müslümanlığı tercih eden erkeklerin sayısına oranlar bir artış söz konusu.

Yine aynı kurumun yaptığı diğer bir istatistikte Müslümanlık'tan yahudiliğe geçenlerin sayısının her geçen yılla beraber büyük bir düşüş yaşadığını gösteriyor. 2009 yılında Yahudiliğe geçen müslümanların sayısı 7.

YAHUDİLER'İN İSLAM'A GEÇMESİNE KARŞI İSRAİL BASKI UYGULUYOR

Yediot Ahronot'a göre, İsrail'deki Din işleri ve İç işleri Bakanlığı yetkilileri İslam'ı tercih eden Yahudiler üzerinde çok sıkı bir baskı uyguluyorlar.

Örneğin İslam'ı tercih eden İsrail vatandaşına Müslüman olduktan sonra Yahudiliğe tekrar geri dönmesi için üzerimde çok sıkı bir baskı kurdu. Yeni Müslüman olan İsrailli psikiyatri kliniğe tedavi olmak için gönderildi. Din değiştirenlerin özellikle beyninin yıkanmış olduğunu aklı başında bir insanın Yahudilik'ten başka bir seçeneği olamayacağı dile getiren makamların baskısına rağmen yeni Müslüman genç yine de hiç bir şeyin kararını değiştiremeyeceğini söylüyor.



http://www.haberalemi.net/110372_Her-Yil-100-Yahudi,-Islamiyet-e-Geciyor-!.htm

ABD'nin ünlü bayan 'paparazzi 'si müslüman oldu



ABD'nin ünlü bayan 'paparazzi 'si müslüman oldu
Amerika'daki ünlülerin özel fotoğrafçısı ya da başka bir ifadeyle'paparazzi'si Nicole Queenn,müslüman oldu.Queen'in kareleri en çok okunan dergilerinin vazgeçilmeziydi.

Ancak bir gece YouTube'da İslam'ı anlatan videolar sayesinde Müslümanlığı kabul etti. Teksaslı fotoğrafçı Nicole, hayat hikâyesini anlattı.

Amerikalı ünlülerin fotoğrafçısı Nicole Queen, uyuşturucu bağımlısı genç bir anne ve babanın çocuğu olarak dünyaya gelir. Annesi uyuşturucu sattığı için tutuklanıp 30 yıl hüküm giydiğinde henüz 4,5 yaşındadır. Sonra abisiyle birlikte annesinin kuzenine evlatlık olarak verilir. Evlatlık verildiği ailenin yanında çok zor günler geçiren Queen'in anneannesinden öğrendiği bir alışkanlığı vardır. Her pazar otobüse binerek kiliseye gider. Bu durum 17 yaşına kadar devam eder. 17'sine geldiğinde bir apartman dairesi kiralayıp tek başına yaşamaya başlar. Hem okur hem de çalışıp kirasını öder. Bir fotoğraf stüdyosunda makyöz olarak iş hayatına atılan Queen, bir süre sonra fotoğraf çekmeye başlar. Sonra menajerlik yapar. Amerika'nın değişik kentlerine gidip fotoğraf stüdyoları kurar. Tam beş yıl şehir şehir dolaşır. Yorulduğunu farkettiğinde Dallas'a geri döner. Burada kendisine bir stüdyo açarak meşhur W otelindeki Ghost Bar'da ünlülerin katıldığı davetlerde işini yapmaya devam eder.

"Hayatta tek kişi umurumdaydı: BEN"

Queen'in fotoğrafçılığını yaptığı ünlüler arasında Justin Timberlake, Owen Wilson ve Kate Hudson gibi dünyaca ünlü isimler var. Onlarla birlikte birçok ünlü sporcu ve pop starın da fotoğraflarını çekme imkanı bulur. Zamanla sadece burada değil, ünlülerin gittiği diğer eğlence merkezlerinde de fotoğraflar çeker ve bunlar her hafta hem Dallas'taki gazetelerde hem de People ve Paper City gibi dergilerde yayınlanır. Dünyaca tanınan Vogue dergisinde yayınlanınca Queen'in ünü daha da artar. Çevresi genişler. "Her istediğim partiye girebilirdim ve her gittiğim partide muhakkak bir arkadaşla karşılaşırdım. Aşırı seksi, dekolte kıyafetler giyiyor ve bir ton makyaj yapıyordum. Çok popülerdim. Çoğu zaman hayranlarımla karşılaşıyordum. Benimle fotoğraf çekiliyor ve bunları myspace ya da facebookta yayınlıyorlardı. İçtim, eğlendim... Hayatta tek bir kişi umurumdaydı: BEN." diyen Queen, zaman içerisinde içinin sıkıldığını, yaptığı işin hayatını ve özellikle de ruhunu yıpratmaya başladığını fark eder. Queen, o günleri için 'Fena bir hayat tarzı bu.' diyor.

Bir gün Justin Timberlake ile gittiği partide kalabalıklar etraflarını sarar. O zamanki halini şöyle anlatıyor; "Magazincilerin flaşları patlıyordu, üç poz çekip makineyi boynumdan indirdim. Artık devam edemeyecektim. Kendimi çok kötü hissettim. İnsanların çığlıkları, flaş patlamaları, etten duvar ören bodyguardların hali, bağırıp duran menajerler... Justin Timberlake'in normal bir yaşam tarzı sürememesinin sebeplerinden biri de benim. 'Hayatımda güzel olan nedir' diye merak etmeye başladım. Etrafımdakilere iyilik olarak ne yapıyordum ki? Hiçbir şey... Sadece eğlenen ve içen insanların resmini çekiyordum. Wow! İşte bu da benim Amerika'ya katkımdı; dünyayı daha materyalist ve boş bir yer yapmak için!"

"İslam'ı YouTube'dan öğrendim"

O geceden sonra kim olduğunu, hayatta neler yaptığını, dünyaya niye geldiğini sorgulamaya başlamış Queen. Gece kulüplerinin yüksek sesli müziği, eğlenen insanların çığlıkları sürekli kulağında yankılanır, uykuları kaçar. İşte bu sırada kendine bir soru sorar: "Allah'a hayatını açıklamak zorunda kaldığında ne diyeceksin? Aman Allah'ım ne diyebilirim ki: mmm, üzgünüm Allah'ım ama çok meşgulüm, içki içmekten ve insanlarla takılmaktan Seni düşünmeye hiç ayıracak vaktim olmadı. Başkalarına yardım edecek vaktim de..."

Böyle düşündüğü dönemde bir arkadaşı, youtube'da bazı videoları seyretmesini tavsiye eder. Bu, Müslüman olan Teksaslı bir papazın, Yusuf Estes'in videosudur. Estes, artık sabahları uyandığında hayatın daha anlamlı hale geldiğini söyler. Queen'e göre "Ah, söyledikleri kulağa ne kadar hoş geliyor." Artık gece işten geldikten sonra internete girip güneş doğana kadar araştırma yapmaktadır. İslamiyet'i kabul eden insanları dinler. Bunlardan biri de Yusuf İslam'dır. "Yusuf İslam'ın Müslüman olmasının sebepleri benim sebeplerimle aynıydı. Aman Allah'ım sonunda aradığımı bulabildim!" diyen Queen, şöyle devam ediyor: "Hatırlıyorum, bir arkadaşım (şimdiki eşim) bana o zaman şöyle demişti: 'Seni çekici ve hoş bulan insanlar kim ki? Ne tip insanlar onlar? Onlar aynı senin gibi tipler, hayatta sadece kendini düşünen ve başka bir idealleri olmayan insanlar'. Bu sözler çok acıydı. İçimi parçaladı. Fakat arkadaşım geçiş dönemimde benim en büyük destekçim oldu. Bir gün evime yakın bir camide yeni Müslüman olanlara verilen derse katılmak istedim. Üstüme giyecek uygun bir kıyafet bulmak için dolabıma baktım. İyi şanslar! İşte o gün delirdim. Dekolte ve seksî kıyafetler ve dar kot pantolonlardan başka bir şey yoktu. Ağlamaya başladım. Nasıl bir hayatım vardı? Kıyafetlerimin çoğunu büyük bir utançla atmaya başladım. Sonra da 2007'nin nisan ayında şehadet getirip Müslüman oldum. "

"Eski arkadaşlarıma gelince..."

Queen, Müslüman olduktan sonra gittiği işlerde ve mekanlarda daha seçici davranır. Eski arkadaşlarıyla irtibatı kesmez ama mesela onlarla artık bara gitmez. Evlenir. Eşinin ailesiyle tanışmaya Ürdün'e gittiğinde başını örter. Başörtülü olarak toplumda gezmek onu çok rahatlatır. Dallas'a döndüğünde de başını açmaz.

Queen fotoğrafçılığa devam ediyor. Ama kendi deyimiyle 'daha temiz işlerde' çalışıyor. Eskisi gibi kulüplerde ya da çılgın partilere gitmiyor. Şimdi daha çok vakıf toplantılarında ve düğünlerde fotoğraf çekiyor. Ayrıca Müslüman Amerikan Derneği ve İslamiyeti Kabul Eden Hanımlar organizasyonlarında faal olarak çalışıyor. Bazen okullara gidip İslamiyet'i anlatıyor.

Nicole Queen: "Çok mutlu bir evliliğim var. Allah'ın rahmetiyle ailemize yeni bir fert katılması için ümit ediyoruz. Arkadaşlarımızla akşam yemeklerine gidiyoruz. Eşimle göl kenarında piknik yaparken güneşin batışını seyrediyoruz. Eşimin iş yerinin davetlerine katılıyoruz. Eski gece partilerinin ve bencil insanların muhabbetlerinin yerini işte bunlar aldı. Bence çok güzel bir değiş tokuş."



Yaşar Alptekin'le Ramazan ve Oruç'a dair..




Yaşar Alptekin'le Ramazan ve Oruç'a dair..


'Keşke Ramazan'dan sonra da herkes birbirine gülümsese' diyen Yaşar Alptekin'in Ramazan ve oruç'a dair düşünceleri...





İlk orucunuzu hatırlıyor musunuz?

İlk orucumu çocukken tutmuştum. Yaşımı tam hatırlamıyorum. Ramazan'ın başında, ortasında, sonunda birer gün oruç tutmuştum. Namaz kılmaya başlamadan önce tam Ramazan orucu hiç tutmadım.


Ramazan davulcusu benim için çok önemliydi. Sesin giderek yaklaşması inanılmaz hoşuma giderdi. Bütün manileri ezberlemiştim. Sanat camiasının içine girdiğim zaman zaten çok olmayan duygularım iyice koptu. Ne zaman ki namaz kılmaya başladım, oruç da tutmak istedim ama ilk Ramazan ayında tutamam, açlığa dayanamam diye korkuyordum. İlk gün tuttum, bir şey olmadı. 2-3 derken Ramazan'ın sonuna geldik. Bittiğini bile anlamadım.


Oruç tutmak ruh dünyanızı nasıl etkiliyor?


Oruçlu olduğum zaman ibadete daha çok yöneliyorum. Manevi duygularım daha çok kabarıyor. Yoksul, yardıma muhtaç insanlara daha farklı yaklaşıyorum. Gönül gözünüz açılıyor.


Oruç tutmanın sizin için manası nedir?


Oruç, aç kalmaktan ibaret değildir; bütün azaların tatile girmesidir. Geçen Ramazan'da motorumla trafikte gidiyordum. Trafik sıkışıktı. İki arabanın sahibi yolda durmuş, bariz bir şekilde küfürleşiyordu. İçime yediremedim. Gittim yanlarına. Amca bir daha oruç tutma dedim. Sana yanlış öğretmişler. Sen zannediyor musun ki, oruç aç kalmaktan ibarettir. Oruç, kötü söz, kötü göz gibi her şeyden kendini muhafaza etmektir. İftar saati yaklaşınca trafikte yaşanan gerginliği anlamıyorum. Herkes birbirinin yol hakkını gasp etmeye çalışıyor. Oysa bu kul hakkıdır. Orucunu 5 dakika sonra açsan ne olur? Veya arabada aç, suyla hurmayla. İlla dayalı döşeli bir sofrada olmamak zorunda mısın ilk lokmayı alırken?


Oruç tutmak çalışma temponuzu etkiliyor mu?


Hayır. Hayata karşı daha bağlı hissediyorum kendimi. Yoksulun fakirin çektiği sıkıntıyı çekiyorum. Açlığın ne demek olduğunu anlıyorum.


Ramazan'da özel âdetleriniz var mı?


Eyüpsultan benim için çok önemli bir yerdir. Orası beni hep çağırır. Bazen sahuru orada yapmak nasip oluyor. Sahuru genelde arkadaş toplantılarında yapıyorum. İftarı davetlerde yapıyorum. Eskiden daha çok aile ziyaretlerimiz vardı ama şimdi hizmet niyetiyle nereye çağırılırsam gidiyorum. Gün içinde yapmam gereken şeyleri bitirdiğim an ya Aziz Mahmut Hüdai, ya Yahya Efendi ya da Eyüp Sultan hazretlerindeyim. Bu üç sacayağında gidip gelir, dua ederim. Bunun yanında Eyüp'te Zal Mahmut Camii, Topkapı'da Takkeci İbrahim Camii gibi herkesin rağbet göstermediği, gizli kalmış camilere de boş bırakmayalım diye giderim.


Sosyal hayatın içinde Ramazan neşesine dair neler gözlemliyorsunuz?


Geçmiş Ramazanlarla şimdiki Ramazanlar arasında çok fark var. Düşününce tüylerim diken diken oluyor. O Ramazanların ruhu boşaltıldı. Ramazan'da eskiden sahurlara kadar süren çok güzel sohbetler varmış. Sosyal hayatta bir canlanma var; ama o bir makyaj ve görüntüden ibaret bence. Eskiden olduğu gibi oruç tutma ruhu yok.


Ramazan'dan sonra hiç değişmese dediğiniz durumlar var mı?


Ramazan'da herkesin birbirine selam vermesi 'hayırlı Ramazanlar, Allah kabul etsin, iyi akşamlar' demesi ne kadar güzel. Keşke insanlar her zaman birbirine böyle güler yüzlü davransa.

Meksika'da Ramazan öncesi gelen hidayet




Meksika'da Ramazan öncesi gelen hidayet



Meksika asıllı Monica Aparicio, Ramazan öncesi gördüğü bir rüya sonunda İslam’ı seçiyor. Rüyasında Kur’an okuduğunu söyleyen Monica, “Allahu Ekber” deyip uyandığını söylüyor.

Monica Aparicio, Meksika’da Müslüman olanlardan. Ramazan öncesi gördüğü bir rüya sonucu İslam’ı benimseyen Monica Aparicio, hidayete giden yoldaki hayat hikâyesini şöyle anlatıyor:

“Bildiğiniz gibi Meksika’dakilerin % 90’ından fazlası Katolik. Ben aslında geleneksel bir Meksika ailesinde, dedem ve babaannem tarafından yetiştirildim. Çocukluğumdan itibaren beni Hıristiyan olarak yetiştirdiler ve bu dinin doğruluğuna inandırdılar. Okulda da bunu öğrettiler ve etrafımda her şey Hıristiyanlıkla alakalıydı. Herhangi bir diğer din veya inançla alakalı bir bağlantı ortamının olmaması utanç verici idi. Hıristiyanlıkta sadece inanırlar ama doğru mu yanlış mı düşünmezler.

Katolik bir ailede geçen çocukluk yılları

Çocukken çok iyi hatırlıyorum dedem ve babaannem beni her Pazar kiliseye götürürdü. O zaman bir Katolik olarak hiçbir şey anlamazdık ama sadece dinlerdik. Kilisede şöyle bir durum olurdu: Papaz konuşurdu ama doğru mu yanlış mı konuşuyor diye İncil’e bile bakıp kontrol etmezdik. Kimse gerçekten ne düşündüğüyle alakalı bir görüş belirtemiyordu. Duydukları her şey doğrudur düşüncesiyle insanlar bunları alıp, hayatlarına uyarlıyorlardı. Bu olaylar her hafta sonu, Pazarlar birbirleri takip ettikçe devam edip duruyordu. Ben Meksika’nın güneyinden olmama rağmen, on yaşında Meksika’nın kuzeyine taşındığımızı hatırlıyorum, Amerikan sınırına yakın bir yere.

Müslüman eşle tanışma

23 yaşıma geldiğimde, eşimle karşılaştım. Eşim Müslüman’dı. Ailem, tamam iyi bir çocuğa benziyor dedi ve evlenmeme izin verdiler. Üç yıl sonra kızıma hamile kaldım. Eşimle evlendiğimde birbirimize bir söz vermiştik. Benim ona verdiğim söz, çocuğumuzun Müslüman olacağıydı. Benim için eşim o kadar iyi ve hoş bir insandı ki; gelecekte çocuklarımın da Müslüman olmasında bir problem olmayacağını düşündüm. Eşim çok etkileyici bir insandı. Bunun benim açımdan bir problem olmayacağını düşündüm ama ben de ondan ikinci, üçüncü veya dördüncü bir eşle karşıma çıkmamasını istiyordum. Bu konuyu hiç dert etme diye benim gönlümü alıyordu.

Çocuğum Hıristiyan mı, Müslüman mı olacak?

Çocuğumu kucağıma aldığım an, onun bana tanrıdan gelen en büyük hediye olduğunu düşündüm. Bu çocuğu kendi inancıma göre büyütmem gerek, doğru yolda yetiştirmem gerek diye düşündüm. Ama doğru yolun ne olduğunu hiç bilmiyordum. Hıristiyanlık mıydı? Eşim gece ve gündüz işteyken, ne dediğini anlasam da, anlamasam da çocuğuma İncil’den bölümler okuyup öylece mi yetiştirecektim.

Tanrı kim?

Etrafta Hıristiyan olarak yetiştirildiğini bildiğim biri vardı ve o benden bu konuyla alakalı eşimin de ailesinin haberi olmadan haç ve İncil getirip takıldığımız konularla alakalı her şey için, bir gün St. Antonio’dan, bir gün St. Teresa’dan, bir gün Meryem Ana’dan yardım isteyebileceğimizi söyledi. Sorunlarımıza yardım alacağımız aziz kalmayınca, o arkadaşıma artık tanrıdan bir şeyler istemeliyiz dedim. Tamam dedi. Şimdi tanrı kim? “Seni ve beni yaratan ve ebedi olandır” dedim. O kelimeler üzerine duraksadı ve düşünmeye başladı. Bu açıklamayı yaptıktan sonra tekrar haçımı getirdim ve haça bakıyordum. O da haça baktı. Bu kim diye sordu. Bu tanrı dedim. Peki, biraz önce tanrı ebedidir demiştim. Bu nasıl haç nasıl ebedi olabilir diye sordu arkadaşım.

Tüm hayatım boyunca bu gerçeği fark edememişim. Bu tanrı nerden geliyor diye sordu. Meryem anadan geliyor dedim. O zaman doğrulmuş dedi. Ama tanrının ebedi olduğunu, hiç doğmadığını ve ölmeyeceğini söylemiştin bana. Bu çok çelişik bir durumdu. Benim Hıristiyanlığımı paramparça etti. Ve ona, buna nasıl inanabilirim dedim. Eğer sadece tanrı elinde güç bulunduransa, neden Meryem anadan, rahip ve meleklerden yardım istiyorsun diye sordu. Benim yetiştirildiğim inanç sisteminde düşünmem gereken bir konuydu bu. Meksika’da tamama yakınımız Katolik’tir ve Katoliklikte tekrardan din üzerinde düşünme ve fikir yürütme yoktur.

Hidayet sancıları

O zaman yardıma ihtiyacımın olduğunu anladım ve birinin bana yardım etmesi gerekiyordu, boğuluyordum. Katolik kilisesine gittim. Bir rahibeyle irtibata geçtim. Üç gün kilisedekilerle görüştüm. Saatlerce sorular soruyordum. En sonunda bana söyledikleri onların doğrularına kesinlikle inanmam gerektiği ve bunların tanrının emirleri olduğu idi. Hıristiyanlığa inanmalısın çünkü o haktır dediler. Kanıtlayın dedim, bir delil gösterin. İncil delildir dediler. Bazı kısımlarında çelişkiler olduğunu söyledim onlara. Bana bunların orijinalini verin dedim. Bunlara nasıl inanabilirim dedim. Bu senin dinin ve inanmak zorundasın dediler. “Peki dedim ve bana hiçbir faydalarının olmadığını görerek oradan ayrıldım.

Benim Hıristiyanlığımda tümden huzur bulmama imkân yok diye düşündüm o zaman. Ve artık bitmiştir dedim. Hiç doğru gelen bir tarafı kalmamıştı benim için. Ondan sonra içimdeki boşluğu çok daha fazla hissettim. Sonra tanrıya yalvarmaya başladım. Tanrım, lütfen kimin peşinden gitmem gerek, bana yardımcı ol. Beni, doğru olan hangisiyse ona yönelt.

Hıristiyanlık mı yoksa İslam mı? Benim fikrime göre İslam’da hiçbir gelişme yoktu. Çünkü Müslümanların hareketlerine baktığınız zaman onların daha iyi olduklarını söyleyemiyorsunuz. Dürüst konuşmak gerekirse başörtülü bir kadın görüyorsunuz, yarıya kadar başını örtmüş ve suratında bir kilo makyaj var. Birçok Müslüman kadının giyim şekli gelenek veya süsten dolayıydı. İçlerindeki imandan dolayı bir şeyler yaptıklarını söyleyemiyorsunuz. Müslüman erkekler ise Meksika’daki, Amerika’daki veya dünyanın herhangi bir yerindekiler gibi. Hiç farklı gelmiyordu. “Belki de onlar haklı” dedirtecek bir halleri yoktu. İçimde doğru yolu bulmaya ihtiyacım vardı. Kızıma doğru cevaplar vermek zorundaydım. Hıristiyanlığa inanan biri olarak yetiştirilmiştim ancak hep dua ediyordum. Tanrım beni doğru yola ilet diye.

Rüyayla gelen ilahi yardım

Yaklaşık üç Ramazan önce, Ramazan ayından birkaç gece önce bir rüya gördüm. Bu hayatımı tümden değiştiren bir rüya idi. Kendimi beyaz bir başörtüsü ve elbise içinde gördüm. Kendi kendime bir Müslüman gibi bakıyordum rüyamda. Küçük odamızda ve her iki yanımda iki tane kızım var vaziyette gördüm. Elimden tutmuşlar ve aynı benim gibi giyinmişlerdi.

Allah’a secde ediyorduk ve Arapça konuşuyordum rüyamda. Kur’an’dan bir bölüm okuyorduk. Çok etkilendim. Tanrıya ibadet etmenin en doğru şeklinin bu olduğunu düşündüm ve sağ tarafımda o anda küçük bir oda gördüm. Şeytanı gördüm. Odadan içeriye giremiyordu ve sadece orada dikilip durmuştu. Ateş saçan gözlerini ve kara suratını gördüm. Bana “Müslüman olma, İslam’a inanma. Hıristiyan veya her ne olmak istiyorsan ol” diyordu İspanyolca olarak. Ancak o anda “Euzubillahi mineş şeytanirracim” dedim, Arapça o cümle nasıl ağzımdan çıktı anlamadım. Ve birden rüzgârın esip gitmesi gibi, kaybolup gitti. İçinden korkmamam gerektiğini düşündüm. İki kızıma sıkıca sarıldım. Allah’a ibadete devam ediyorduk, secdeden kalkıyorduk. Defalarca Allahu ekber diyorduk. Secdelerden birinde “Subhane Rabbiyel ala” derken, kapıda “Allahu ekber” diye bir ses duydum, uyandım ve kendime geldiğimde “Allahu ekber” dedim.

Yüzde yüz emindim ki Allah soruma cevap vermişti. Doğru yolun, tek doğru yolun İslam olduğunu bildirmişti. Allah’a şimdi şükrediyorum, beni Müslüman yaptı. Bu ebedi ateşe gidişe engel olan İslam dini. Bir yıl değil, on, yüz, bin yıl değil, sonu yok bu ebedi ateşin.

İnşallah çocuklarımı gerçek Müslümanlar olarak yetiştiririm, çünkü onları çok seviyorum. Rüyadan sonra evimde örtünmeme vesile olabilecek ve varsa buldum, kapandım. O günden bugüne ve inşallah öleceğim güne kadar hep doğru yol üzerinde olmayı istiyorum.

Eşimin annesine o zaman nasıl Müslüman olabileceğimi sordum. Lütfen bana anlat dedim. Şahadet getirmemi sağladı ve üç gün sonra Ramazan geldiğinde hiç uyanmak istemediğim bir rüyada gibiydim. Oruç tutmaya da başladım o zaman.

M. Hasan Uncular / TİMETURK

http://www.timeturk.com/Ramazan-oncesi-gelen-hidayet-24020-haberi.html

İslamı seçen ABD'li Elfwine Mischler'in iki Ramazan hatırası




İslamı seçen ABD'li Elfwine Mischler'in iki Ramazan hatırası


Dilbilimci ve İngilizce Öğretmeni.



Dostlarla ve yalnız Ramazan




Ælfwine Mischler'in iki Ramazan hatırası. Birini dostlarıyla, diğerini de yalnız geçiriyor ve farkı keşfediyor.



Benim ilk iki Ramazanım çok farklıydı ve bunların ikisini de sizlerle paylaşmak istiyorum.





Dostlarla ilk Ramazanım



İlk Ramazanım 1982 yazındaydı. Tez konum üzerinde çalışıyordum. Güz dönemi sonunda iki yıldır yaşadığım apartman dairesinden taşınıp, iki tane yatak odasının olduğu bir daireye, beş Malezyalı arkadaşımla taşınmıştım. Böylelikle ilk Ramazanım diğer Müslüman topluluklarıyla iç içe geçti ve çok farklı bir Ramazan yaşamama vesile oldu. O yaz ev arkadaşlarımdan çok şey öğrendim. Çok kitap okuyarak değil ama onların tecrübelerinden ve özellikle de cömertliklerinden çok şey öğrenmiştim.



Diğer Müslümanlarla birlikte olmanın mutluluğu



Ramazandan önce bile sabah namazını beraber kıldık, evde olduğumuz zamanlarda da akşamları beraber namaz kıldık. Beraber sahur yapıp, beraber orucumuzu açtık.



Güney Illinois'te yazlar çok sıcaktır-gün içinde yaklaşık 40°C- ama oturma odamızda klimamız vardı ve hafta içi çalıştığım ofisteki klimada sayesinde sıcaktan rahatsız olmuyordum.



Elimin altında sorularıma cevap verecek diğer Müslümanlar bulunması çok rahatlık verici bir durumdu. Orucun ikinci gününde iftara sadece birkaç saat kalmıştı ki, adet dönemimin başladığını fark ettim. Ev arkadaşım Şida, gülerek "Kulübe sen de katıl" dedi.



Orucumu bozmam mı gerekiyor şimdi? diye sordum. Benim için bir hayal kırıklığıydı ve daha sonra tekrardan oruç tutmam gerekecekti. Ama evet, öyle yapmam gerekiyordu.



İlk önce sahurda, iftardan kalanları bitirdik. Ama bir gün Ubeyde, benim diğer ev arkadaşım, Ballı ceviz yemeğini keşfetti. Neden ve nasıl olduğunu bilmiyorum ama geleneksel bir Malezya yemeğine benzeyen bu yiyecekten her sahurda yemeye devam ettik ve 23 yıl sonra bile ne zaman tahıl ve gevrek tarzı şeyler görsem Ubeyde aklıma gelir.



Bir gün ev arkadaşlarımdan biri ertesi güne kahvaltıya Malezyalı diğer ablaları davet ettiğini söyledi. "Sabah saat üçte misafir mi çağırıyorsunuz? diye sordum.

"Hayır, öğlenden sonraki iftar için dediler." "O zaman iftar deyin de ne demek istediğinizi anlayayım" dedim. "Kahvaltı benim için sabah vaktindedir."



Diğer yeni Müslüman olanlar ya da gayri Müslimlere bu kahvaltı ve orucun açıldığı vakit anlamında kullanılan breakfast kelimesi iyice anlatılmalıdır, yoksa sabah saat 8'de kahvaltıya davet edildiklerini zannedebilirler.



İlk Ramazan bayramı coşkusu



Ramazan bayramından birkaç gün önce neredeyse tüm günümü süslü kurabiyelerimden yaparak geçirdim. Çok işim vardı. Kurabiyelerimi ev arkadaşlarım beğenmediği zamanki hayal kırıklığımı tahmin edemezsiniz. Benim öğrendiklerime göre Malezyalılar çok sade ve az şekerli kurabiyeler tercih ediyor, bol şekerli çay içiyorlar.



Ama bugün Ramazan bayramından önce, çocuklarım ve ben bizi ziyarete gelen akrabalar için onlarca kurabiye hazırlıyoruz ama çok zaman alan o süslü kurabiyelerden değil.



O yıl sadece bir ya da iki kez Teravih namazı için camiye gittim. İmam, 20 rekât namaz kıldırınca çok yoruldum ve konsantre olmakta zorlandım.



Ama o Ramazanın sonuna yaklaştığımızda, o Ramazandan bir şeyler kazanıp kazanmadığımı sordum kendime.



Ramazanın son gecesinde yatsı namazını kılmak için camiye gittim ve namazdan sonra sessiz bir şekilde vakit geçirdim. Bu şekilde sessiz ve sakin bir şekilde vakit geçirebileceğim başka bir yer yoktu. O gün ablalardan da kimse yoktu. İmam bana "kardeşim bu gece teravih namazı yok" dedi. "Biliyorum ama biraz yalnız kalmak istiyorum" diye cevap verdim.



O Ramazan yeterince vakit ayırmamama rağmen, tümden mutlu bir anı oldu benim için. Bayramda diğer Müslümanlarla çok mutlu vakit geçirdik, namazlarla, ev ziyaretleriyle... Ve oruçla geçen bir ayı tamamlamanın mutluluğunu hissettim.



İkinci Ramazanımda yalnızdım



İlk Ramazanımın aksine, ikinci Ramazanım çok sıkıntılı geçti. Büyük bir şehirde tek başıma yaşıyordum ve hiç dostum yoktu. Geç saatlere kadar çalışıyordum ve akşam boş bir daireye yorgun argın gidiyordum. Evden çok uzakta olmamasına rağmen, arabam olmadığı için camiye gidemiyordum. Gece geç vakitte de otobüsle ya da yürüyerek dışarıda olmak pek güvenli olmuyordu.



Orucumu tuttum ama ilk Ramazandaki kadar kolay olmadı. Yalnız başıma sahura kalkmak hiç de hoş değildi. Oruç tutmak da daha zor gibi geliyordu. O zaman, bu zorluğun sebebi olarak düşünmüyordum ama Ramazandan altı ay önce geçirdiğim mononükleoz hastalığı bunun sebebi olabilirdi.



Tüm gün işteydim ve yüzde yüz eski sağlığım yoktu. Hastalandıktan ancak bir sene sonra kendimi iyi hissetmeye başladım.



Yaşadığım bölgede çok sayıda Müslüman olmasına rağmen yalnız bir Ramazandı benim için. Yaşa ve öğren. Kimseye tavsiye etmem.



Bayram namazına camiye gittim ama yabancı yüzler içinde kendimi yalnız hissediyordum.



İlk Ramazanımda birçok mutlu hatıram olmasına rağmen, ikinci Ramazanımla alakalı mutsuz bir ay var aklımda. Sadece hafta sonlarında bile olsa, yeni Müslüman olanlara diğer Müslümanlarla beraber Ramazanı paylaşmaları için gayret göstermelerini tavsiye ediyorum.



Diğer Müslümanlarla beraber iftar etmek topluluk bağlarını kuvvetlendirirken, beraberlik ruhunu da canlı tutuyor.



M. Hasan Uncular / TİMETURK

http://www.timeturk.com/Dostlarla-ve-yalniz-Ramazan-24993-haberi.html