AYŞE ARMAN UMREDE
Umre’de… Huzurda…
Kalbinizden geçiyorsa gidin. Allah’la buluşmaya gidin
Umre’ye gitmenin 1 iyi yanı, 1 kötü yanı var.
İyi yanı, hep gitmek istiyorsun.
Kötü yanı, gitmediğin zaman kıvranıyorsun!!!
Gittiğinde o tarifsiz huzuru, damardan almış oluyorsun, e sonra tekrar gidemezsen, o mutluluğu, o kendine dönüşü ve iç yolculuğu özlüyorsun.
Hatta, “Benim burada ne işim var, orada olmam lazım!” diye suçluluk duyuyorsun.
“Kutsal topraklar”, insanda fena halde bağımlılık yapıyor.
Gerçekten öyle.
BEN RESMEN CENNETE DÜŞTÜM!
Dikkat edin Umre’ye gidenler…
“Anlatılmaz yaşanır!” gibi laflar ederler.
Doğru.
Gitmeyene tarif etmek zor.
Aşk gibi.
Hadi, aşkı da yaşamaya anlat!
Ne kadar “eşsiz” olduğunu anlatmak için debelenip durursun.
Bir yaşasa, anlayacak oysa!
Damdan düşmüşün halinden ancak damdan düşen anlıyor.
Ben de işte Kutsal Topraklar’da bir yerlerden cennete düştüm.
Ama yanlış anlaşılmasın 4 günlüğüne…
Sonra geri buraya döndüm.
Dünyaya, eski dünyama…
Ve bütün bir yıl yeniden gitmek için fırsat kolladım.
KUTSAL TOPRAKLARLA İMTİHANIM
Hayır, sadece sizi değil…
Kutsal Topraklar’la ilişkim beni de şaşırtıyor.
Kendiliğinden, öylesine, geçen sene gidiverdim.
İş-miş niyetine de değil.
Kimse gazetede böyle bir deneyim yazmamı istemedi.
Benim Kutsal Topraklar’la imtihanım kimseyi ilgilendirmedi.
Ama bir şey dürttü beni.
Ya da çağırdı.
“Oraya çağrılmadan gidilmez” diyorlar, ben böyle büyük laflar edemem, bilmiyorum çağırıldım mı, merak duygum mu beni oraya sürükledi…
Ama gittim.
Ve Allah sizi inandırsın orada bulunduğum 4 gün boyunca beynimden vurulmuşa döndüm…
BENİM İÇİN YENİ BİR DUYGU: TESLİMİYET
O neydi ya…
Aklım uçtu gitti.
Aklımdan çok kalbim devredeydi.
Düşüncelerimden çok duygularım.
Ne kadar mutlu oldum anlatamam.
En en acayibi de…
Ben orada yeni bir duyguyla tanıştım:
Teslimiyet.
Orada milyonlarca insan gibi ben de teslim oldum, akışa, kalabalığa, muhteşem enerjiye ve Allah’a…
Zaman durdu.
Hayat da.
Orada, o anda, normal hayatımdaki bütün gündelik koşturma saçma geldi; ben, kendi hayatıma yukarıda bakabildim, kuş bakışı…
Ve her şeyi geride bıraktım.
Ömer sonradan biraz sinir olduğunu itiraf etti, ne zaman beni arasa,“Namaza gidiyorum” diyormuşum.
Arkadaşlar! Burada bir duralım, ben 46 yıllık hayatım boyunca namaz filan kılmadım, e birden bire sarınca insanlara tuhaf geldi.
Haliyle ona da geldi.
Ama bana, sanki bin yıldır namaz kılıyormuşum gibi geldi.
HERKES “BİR”Dİ, HERKES “HİÇ”Tİ
Diyeceğim orada Ömer de yoktu, Alya da…
Ki onlar hayatta en sevdiğim varlıklar.
Ama bir vardım ve ben “ana kanal”a bağlandım.
Orada, sanki yukarıya daha yakın oluyorsun.
Size yalan söyleyecek halim yok, öyle hissediyordum.
En çok da Medine’deki Ravza Camii’nde ve Mekke’deki Kabe’nin önünde binlerce insanla namaz kılarken kendimden geçtim…
Dünyanın en şahane şeyiydi benim için.
Binlerce insanla aynı anda aynı şeyi yapmak muazzam geldi bana.
“Bir” olduk, hep birlikte.
İçimizdeki sevgi birleşti kocamaaan oldu.
Zengin, fakir yoktu, eğitimli, eğitilmemiş yoktu, siyah, beyaz yoktu, ırk, dil ayrımı yoktu…
Herkes gerçekten “bir”di.
Ve herkes “hiç”ti.
Ve bunun farkındaydı.
DİN KİMSENİN TEKELİNDE DEĞİLMİŞ!
Ve ben kendimi çok kızdım daha önce nasıl gitmedim diye…
Niye bu kadar ön yargılıydım diye.
“Benim orada işim yok!” zannediyordum.
Ben yarım Müslümanım, uyduruk Müslümanım zannediyordum.
Hakkım yokmuş gibi sanki oraya adım atmaya.
Beni almazlarmış gibi.
O kültürden ben nasibimi almadım gibi.
Din, başkalarının tekelinde gibi.
Oysa, hiç de öyle değilmiş!
Öyle olmadığını gördüm.
Orası herkese açık.
Hepimize…
MÜSLÜMANLIK ŞEKİLDE DEĞİL, KALPTE
Kendini Müslüman kabul eden ve Allah aşkını kalbini hisseden herkes Müslüman.
Müslümanlık şekilde değil, kalpte…
Geri kalan her şey teferruat.
Ne giydiğinin, ne de taktığının önemi var.
Kısacası din ve Kabe kimsenin tekelinde değil.
Orası Suuidi’lerin de değil, dinci geçinenlerin de değil… Zaten kimin gerçekten inançlı olup olmadığı da öyle aldığın eğitimlere, kalıplara bağlı değil…
Anlayacağınız ben Kutsal Topraklar’da olduğum o 4 günü içselleştirdim.
Ama tabii Selman Hoca’nın da etkisi büyük.
Hafız Selman Okumuş’un bizim yanımızda olması ve bizi aydınlatması bir şanstı.
Ondan katman katman din tarihi ve kültürü dinledik.
KALBİNİZDEN GEÇİYORSA GİDİN ALLAH’LA BULUŞMAYA GİDİN
Geçen sene 4 günlük Umre’den o kadar etkilendim ki…
Dilime vurdu…
Durmadan anlattım.
Kutsal Toprakların benim tanıtımıma ihtiyacı yok ama gelin de beni durdurun…
4 gün boşluğu olan herkese, “Niye Kutsal Topraklara gitmeyi düşünmüyorsun?” demeye başladım.
Ve gerekçesini anlattım.
Bize oraları farklı aktarılmış.
O kadar heyecanla anlattım ki, bazıları, “Ya sen burayı, hafta sonu Roma’ya gitmek gibi anlatıyorsun!” dedi.
“E ne var!” dedim.
Roma’ya gidince oluyor, Mekke’ye gidince mi olmuyor!
Ama sonuçta ne oldu?
Pek çok insanın gitmesine vesile oldum.
Bundan da gurur duyuyorum.
Hala aynı şeyi söylüyorum, “Kalbinizden geçiyorsa gidin… Allah’la buluşmaya gidin!”
Ve kendi tecrübenizi yaşayın.
Beni benim gibi hissedeceksiniz, belki Ayşe saçmalıyor diyeceksiniz.
Ne kaybedersiniz…
Ve bir yıl geçti…
2.KEZ GİTTİĞİMDE AYNI ŞEYLERİ HİSSEDECEK MİYİM?
Ama nasıl geçti???
“Bir daha ne zaman, ne zaman?” diyerek…
“Acaba ikinci kez gittiğimde benzer şeyler hissedecek miyim?”diye merak ederek…
Kıvranarak…
Özleyerek…
Sonra bir gün seccademi çıkarttım.
O, benim uçan halım.
Bir güzel şampuanla sildim.
Hazırladım.
Bin yıldır bizim evimizin düzenini sağlayan Leman bana bana bir kulaklık almıştı, seccademin kenarına dikiliyorum, kulaklığımı takıyorum, onunla namazı daha kolay kılabiliyorum.
Kulağımdaki güzel sesli kişi, ne yapmam gerektiğini söylüyor.
Bir de remote kontrolü var, her yerde Kıble’yi bulabiliyorum.
Şampuan kokulu seccademle kendi içime dönüyorum ve namazımı kılıyorum.
Puanlı başörtüler sokakta satılıyor.
KABE HASRETİMİ ENGELLEYEMİYORUM
Sonra, nasıl olduysa, bir anda, hiç hesapta yokken Selman Hoca’yı aradım ve şöyle dedim:
“Hocam yine Umre’ye gitmek istiyorum. İçimden yükseliyor. Kabe hasretimi engelleyemiyorum. Şu şu tarihlerde giden bir grup var mı?”
Varmış…
Ve inanır mısınız 24 kişi kayıt yaptırmış…
Ama son anda herkesin bir işi çıkıyor.
Biz hoca dahil 4 kişi kalakaldık…
Ama yine de gittik.
Güle oynaya…
En mutlu halimizle…
“Bekle bizi Kutsal Topraklar yine geliyoruz!” diyerek…
KENDİ RUHUMA HEDİYEMDİ UMRE
Ben de İstanbul’da yaşayan pek çok insan gibi, oradan oraya koşturup duruyorum.
Sizden farkım yok, bir an bile duracak vaktim yok, nefessiz yaşamak ve her şeye ve herkese yetişmek durumundayım.
Umre, benim kendi ruhuma hediyemdi.
Bir durmaktı.
Soluklanmaktı.
İç yolculuktu.
Teslim olmaktı.
Şükretmekti.
Ölümlü olduğunu hatırlamaktı.
Ölmeyecekmişiz gibi yaşıyoruz çünkü hepimiz.
Ne mutlu bana ki Peygamber'in çıktığı dağa çıkmak bana da nasip oldu...
Ne mutlu bana ki Peygamber’in çıktığı dağa çıkmak bana da nasip oldu…
Ne mutlu bana ki Peygamber’in çıktığı dağa çıkmak bana da nasip oldu…
Orası bize ayna tutuyorum.
Unutmaya çalıştığımız şeyleri hatırlatıyor.
Bir kendine getiriyor, sarsıyor.
Öyle bir haldeyim ki, duamı bile acele eder oldum.
Akşamları, “Allah’ım sana şükürler olsun!” der demez uyur oldu.
İşte ben belki de, kendimle konuşmak istedim, yukarıya daha özenli bir şekilde şükretmek istedim, daha güzel dua edebilmek istedim, duamın hakkını verebilmek istedim…
Allah’la baş başa olabilmek istedim.
Tekrar sıfırlanmak, temizlenmek, arınmak istedim.
Ve uçağa bindiiiiiim…
EŞSİZ UMRE (1)
Hayatımın en “eşsiz” deneyimlerinden biriydi.
(28 Mart 2015)
Tarif edecek başka bir sıfat bulamadım.
“Eşsiz.”
Budur!
Yemin ederim Umre’den dönmek istemedim.
Ama ben, gazeteci gibi gitmedim.
Ayrım şu…
Her hangi bir yere, gazeteci olarak gittiğinde başka bir şeye dönüşüyorsun.
İçinden yaratık çıkıyor, böcek çıkıyor.
Gözlerini hırs bürüyor.
İşin gücün haberi bulmak, çekip almak, süslemek, kotarmak oluyor. Kendini bırakmıyorsun, bırakamıyorsun, direksiyonda oluyorsun ve“Fotoğrafları çekelim, hikayeleri dinleyelim, bilgi alalım, insanlarla konuşalım…”
Normal gazetecilik faaliyetleri yani.
O zaman da beynin sürekli kontrol ediyor, her şeye hakim olmaya çalışıyor.
“Şeklen” yaşıyorsun bir takım şeyleri, “kalben” değil.
Duygularına teslim olamıyorsun.
Oysa, ben Umre’ye öyle gitmedim.
Aklımdan çok kalbim devredeydi, düşüncelerimden çok duygularım.
Bıraktım kendimi.
İstedim, çok istedim, bir tura katıldım ve gittim.
Milyonlarca insan gibi.
Ve teslim oldum!
Akışa, o kalabalığa, o enerjiye ve Allah’a…
Ben orada, normal hayatla bağlantımı kestim.
Zaman durdu.
Her şeyi geride bıraktım.
Sevgilimi ve kızımı bile.
Sanki onlar başka bir hayattaydı, ben başka bir hayatta.
Onlarla telefonla konuşurken bile, istiyordum ki hemen kapatalım ben tekrar bu dünyama döneyim, seccademi kapayım, namaza gideyim…
Bir iç yolculuğa çıktım.
Biliyorum tuhaf geliyor bunlar, inanın bana da öyle geliyor, ama n’apim, olan bu, yukarıda Allah var, ben içimde başka bir ben keşfettim…
Medine’de ayrı, Mekke’de ayrı şeyler hissettim.
Ve çok şaşırdım.
Sizden çok, ben kendime şaşırdım.
Hatta, hayret ettim.
“Bu, ben miyim?” dedim.
Medine’deki Ravza Cami’nin ve Mekke’deki Kabe’nin önünde binlerce insan namaz kılarken kendimden geçtim.
Öyle oluyorsun.
Öyle bir kalabalığın, aynı anda, aynı eylemi yapmasından , büyük bir güce yakarmasından etkileniyorsun, elinde değil…
Orada, birlikte olduğun insanların enerjisi sana yansıyor.
Hepsi iyi niyetlerle gelmiş, temizlenmeye, arınmaya gelmiş…
Oradan bir müthiş bir enerji yayılıyor, olumlu bir enerji. Aksi olsa, oradaki o kadar insan aklından kötülük, haset geçirse nefes alamaz hale gelirsin, öyle bir karanlık basar içine.
İşte kutsal topraklarda tam tersine ben aydınlığı, ışığı hissettim.
Herkesle “bir” oldum.
Kabe’ye çekildim, mıktanıs gibi…
Etrafında tavaf ederken sanki uçan bir halının üzerinde gibiydim.
Kesik, kesik anlatıyorum, kusura bakmayın.
Önce bir dökeyim içimi, sonra gün be gün anlatırım.
Ama sizi uyarıyorum, ben böyle biriyim, duygularımı uçta yaşıyorum, belki de hislerimi abartıyorum, belki başkaları benim gibi hissetmeyebilir…
Ama ben, benim gibi hisseden bir grupla gittim.
Kuantumcu mu istersiniz, şaman mı, cerrah mı, mücevver tasarımcısı mı, iş adamı mı, avukat mı, mimar mı strateji uzmanı mı…
Birbirinden renkli, birbirinden değişik insanlar!
Hepimizin enerjisi tuttu.
Aramızda bir “çıkıntı” yoktu.
Müthiş uyumluyduk.
Ve başımızda iki muazzam hoca vardı.
Biri Hafız Selman Okumuş, diğeri İlahiyatçı Recep Can. Kutsal Topraklar’a onlarla gitmek de bir şanstı.
Düz, duygusuz, sadece bilgi verici açıklamalar yerine, katman katman din tarihi ve kültürü dinledik.
Ben 45 yaşındayım ve şimdiye kadar hiç namaz kılmadım.
Orada 4 gün boyunca, 5 vakit kıldım.
Tanla ve ben, grubun çocuğu gibiydik, onlar da bizim abimiz, ablamız gibiydi.
Bize gösterdiler, duaları öğrettiler.
Tarifi olmayan bir mutluluk içindeydik.
Namaz kılmanın insanı müthiş rahatlatan bir yanı varmış.
Hele secde etmek, inanılmaz bir teslimiyetmiş.
Milyonlarca insanın arasında “hiç kimse” olmak, teslim olmak, kendini oradaki enerjiye bırakmak, bütün hayatımı gözden geçirmeme sebep oldu…
O' 4 günü, ben 40 günmüş gibi yaşadım!
Bir de çeneme vurdu, herkese Umre anlatıyorum.
“Mutlaka gidin” diyorum.
Reklama ihtiyacı yok ama Allah’ın evinin reklamını yapıyorum!
“Perşembe-Pazar da olabilir. Önce Medine, sonra Mekke” diye yol yordam anlatıyorum, “Mutlaka bizimki gibi bilgili, hoşgörülü hocalarla gidin” diye bir de akıl veriyorum…
Sevindirik oldum.
Allah affetsin, biraz da görgüsüz oldum.
Çünkü ben o kadar insanla “hiç” olmaya aşık oldum!
Ben orada, o kadar insanla “hiç” olurken, “bir” oldum.
Ben orada kaybolmayı sevdim.
Kimliklerden, sıfatlardan, süslerden, püslerden sıyrılmayı, arınmayı sevdim.
En çok da şunu fark ettiğime sevindim: Orası hepimizinmiş. Kimsenin tekelinde değilmiş. Ne Arapların, ne Suidileri, ne sofuların, ne koyu dindarların ne de dininin bütün vecibelerini yerine getirenlerin…
Benim gibi getirmeyenlerin de yeriymiş.
Giderken biraz mahcuptum, sanki orada yerim yokmuş gibi hissediyordum, dua ederken ellerimi çekingen bir şekilde kaldırıyordum, Allahü Ekber derken sesimi yükseltmekten utanıyordum…
Sanki bir parmak uzanacakmış, “Senin burada ne işin var!” diyecekmiş gibi…
Gittim, gördüm.
Ve artık biliyorum.
Öyle bir şey yok.
Orası herkesin, hepimizin.
Kalbinizden geçiriyorsanız, gidin arkadaşlar!
Teslim olmaya gidin.
Allah’la buluşmaya gidin.
Haa bundan sonra hayatım değişecek mi?
Bence her deneyim, bizi değiştiriyor, zenginleştiriyor. Ama hayat tarzım, hayata bakışım tabii ki değişmeyecek.
Kapanmayacağım da merak etmeyin!
Fakat ezan yükseldiğinde bir minareden bir an uzaklara dalıyorum, hep etkilenirdim o sesden, şimdi daha çok etkileniyorum.
İşin içine siyaset karıştırmadan ibadetini gerçekleştiren herkese artık sonsuz saygı duyuyorum.
Bekle beni kutsal topraklar, sana yine geleceğim!
http://www.armanayse.com/essiz-umre-1/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder