İSMÂÎL WİESLEW ZEJİLERSKİ (Polonyalı)
1900 senesinde Polonyada Krokov şehrinde doğdum. Âilem Polonyanın ismi târîhe geçen meşhûr bir âilesidir. Babam tam bir ateist [dinsiz] idi. Fakat, buna rağmen çocuklarının katolik terbiyesi almasına izin vermişti. Polonyada çok katolik vardı. Annem de koyu bir katolik olduğundan, bizim de katolik olarak yetişmemizi istiyordu. Ben, dîne karşı büyük bir saygı sâhibi idim. Gerek ferdin, gerek toplumun hayâtında dînin en mühim bir rehber olduğuna inanıyordum.
Bizim âile,sık sık yabancılarla görüşürdü. Babam gençliğinde, çok seyâhatlar yapmış ve birçok ecnebî ahbâblar temîn etmişti. Bundan dolayı biz, diğer ırklara, medeniyetlere, dinlere karşı bir saygı besliyorduk. Kimseyi kimseden ayırmaz, her millete, her ırka, kısaca her insana karşı hürmet duyardık. Ben kendimi Polonyalı değil, dünyâ vatandaşı sayardım.
Âilemin dünyâ işlerinde düşüncesi, tam (orta yolu tutmak) fikrine dayanıyordu. Babam, hiçbir iş görme âdeti olmıyan aristokrat [imtiyâzlı] bir sınıfdan gelmiş olmasına rağmen, tenbelliği, işsizliği hiç sevmez, herkesin muhakkak bir işi olmasını tavsiye ederdi. Diktatörlüğün tamâmıyle aleyhinde idi. Fakat, dünyâda kurulmuş olan nizâmı ve intizâmı bozacak bir sosyal inkılâbı [devrimi] da aslâ kabûl etmiyordu. Eski zamânın getirdiği âdetlere büyük bir saygısı vardı. Bunların bozulmasını istemiyordu. Kısaca, babam Orta çağın modernleşmiş ve orta yoldan yürüyen bir şövalyesi idi. Babamın bana verdiği hür terbiye, beni bir araştırmacı yapmış, sosyal meseleleri araştırmaya başlamıştım. Dünyâda çözülmesi lâzım birçok sosyal, siyâsî, ekonomik problemler vardı. Bunları çözmek ve doğru yolu bulmak için ne yapmak gerekiyordu? Görüyordum ki, insanlar bu işlerde birbirinden çok uzak iki cebheye ayrılmışdı. Bir tarafta kapitalizm, diğer tarafta komünizm. Bir tarafta baskı ve terör, diğer tarafta tamamen başıboşluk. Hâlbuki,insanların râhat ve huzûr içinde yaşaması için, bu iki cebhenin bir anlaşmaya varması ve orta bir yol bulması îcâb ediyordu. Benim kanâtime göre insan cemiyeti,hür, fakat disiplinli, bugünkü hayât şartlarına uygun, fakat eski âdetlere de saygılı bir esâsa dayanmak zorunda idi. (Tam orta yolda yürümek) prensiplerine uygun olarak yetiştirilen,benim gibi bir insanın böyle düşünmesi gâyet tabî idi. Bize (İlerlemiş muhâfazakârlar = Progressive Traditionalist) adını koymuşlardı.
Onaltı yaşına bastığım zamân, (Acaba katolik dîni, bu esâsı kuramaz mı?) diye düşünmeye başladım. Bunun için, katolik dînini dahâ yakından inceledim. O zamân, kilisede bana telkîn edilen akîdelerin bazısının, bir türlü aklıma yatmadığını gördüm. Bunların en başında üç tanrı meselesi geliyordu. Sonra İşâ-i rabbânî [Îsâ aleyhisselâmın etinin ekmeğe, kanının şaraba dönmesi] inancı, Allahü teâlâya duâ ederken,muhakkak araya bir papaz koymak mecbûriyeti ve bizim gibi bir insan olan Papanın, günâhsız olduğu iddiâsı, yanî ona bir nevi tanrılık verilmesi, birtakım işâret, resim ve heykellere, iptidâî insanlar gibi tapılması, birtakım garîb hareketler yapılması, beni yavaş yavaş hıristiyanlıktan nefret duymaya sevk etti. Bu dînin insânlığı felâketlerden kurtarması şöyle dursun, esâsı çürük ve hiçbir kıymeti olmıyan bâtıl bir inanış olduğunu düşünmeye başladım. Artık dîne karşı tamamen kayıtsız kaldım.
İkinci Cihân Harbinden sonra, içimde tekrâr bir dîne inanma ihtiyâcı duydum. Farkına vardım ki, insanlık hiçbir zamân dinsiz kalamaz. İnsanların rûhu dîne muhtaçtır. Din,en büyük rehber, en derin tesellî kaynağıdır. Dinsiz insan mahvolmaya mahkûmdur. İnsanlara en büyük fenâlık, dinsizlikden gelmekdedir. Tâm ve mükemmel bir toplum hayâtı yaşayabilmek için, insanların birbirine bağlanması,doğru yolda yürümesi, ancak din sâyesinde mümkündür. Şunun da farkına vardım ki, bugünkü mütekâmil bir insan, bugünün hayât şartlarına, ilmin bugün eriştiği dereceye uymayan, yalnız birtakım garîb fikirlerden ibâret olan ve akl-ı selîme uygun gelmiyen bir dîni de kabûl edemez. Hıristiyanlık dîni böyle idi. Acabâ diğer dinler nasıldır diye merak ederek, dünyâda bulunan bütün dinleri tetkîk etmeğe karâr verdim. Amerikalı Quakerlerin dînini, Unitarianları, hattâ Bahâîleri bile tetkîk ettim.Fakat bunların hiçbiri, beni tamamıyla tatmîn etmedi.
Nihâyet İslâmiyeti keşf ettim. Elime Esperanto lisânında yazılmış (İslâmo Esperantiste Regardata) isminde bir kitâb geçti. Bu kitâbı, müslümân bir İngiliz olan, İsmâîl Colin Evans neşr etmişdi. İşte bu kitâb, beni 1949 senesinde, müslümânlığa götüren rehber oldu. Onu okudum. Kâhirede (Dâr-ut-teblîg-ul-islâm) teşkilâtına mürâcat ettim ve onlardan müslümânlık hakkında malûmât istedim. Oradan bana gönderilen, gene Esperanto dilinde yazılmış (İslâmo Chies Religio) isminde bir kitâb, benim îmânımı tamâmladı ve müslümân oldum.
Müslümânlık, çocuklukdan beri taşıdığım düşünce,arzû ve temennîlerime tam cevâb vermektedir. İslâmiyette hem hürriyet,hem de disiplin vardır.İslâmiyet,Allahü teâlâya karşı olan vazîfelerimizi sayarken, dünyâda da râhat ve huzûr içinde yaşamak için lâzım olan şeyleri bildirir. İslâmiyet, bütün insanlar için, hattâ her canlı için, haklar tanır. Toplumsal meselelerde, islâmiyet en mühim problemleri en doğru tarzda çözmüştür. Ben bir sosyolog olarak, islâmiyetteki (zekât) ve (Hac) vazîfelerinin büyüklüğüne ve mükemmelliğine hayrân kaldım. Kendisine, dünyâ malından fazla pay verilmiş kimsenin, malının belli bir kısmını fakîrlere dağıtması [zekât] ve zengin, fakîr,büyük rütbeli, küçük rütbeli,yaşlı,genç, tüccâr, esnâf, asker, bütün müslümânların bir araya gelerek yanyana Allahü teâlâya ibâdet etmeleri ve birbirini tanımaları [cemâat ile namâz ve hac],bugün sosyal ilmlerin erişmek istediği ve bir türlü vâsıl olamadıkları yüksek gâyelere, islâm dîninin çoktan vardığını göstermektedir. İslâm dîni bu sâyede, kapitalizm ile komünizm arasında en mükemmel vasat yolu göstermiş,bütün insanların arzûladığı husûsları temîn etmişdir. İslâmiyet, hangi ırk,hangi milliyet, hangi sosyal derece, hangi renkden ve dilden olursa olsun, dünyâdaki bütün insanları bir araya getirebilen, onlara aynı hakları veren, servet farkını, ictimâ’î [sosyal] yardımı ayarlayan, aynı zamânda onlara Allah korkusunu da aşılayarak, maddî ve mânevî disiplini sağlıyan muazzam bir dindir. İslâmiyette tenkid edilen poligami [ya’nî teaddüd-i zevcât, birkaç kadınla evlenmek] bile, insanların biyolojik ihtiyâcına göre bildirilmiş bir keyfiyet olup,hiç bir zamân tek kadınla yaşamayan katoliklerin, iki yüzlü monogamisinden [tek kadınla evlenmek] dahâ dürüst bir hükümdür.
Son söz olarak, Allahü teâlâya, bana doğru yolu gösterdiği ve beni kendi rızâsına kavuşturan hak yola kavuşturduğu için hamd-ü senâ ederim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder