23 Kasım 2013 Cumartesi

Tesettüre giren Burcu Çetinkaya ilk kez konuştu!




Tesettüre giren Burcu Çetinkaya ilk kez konuştu!


 
Tesettüre girdiğini açıklayan Burcu Çetinkaya, tercihiyle ilgili ilk kez konuştu.Yarışlara devam edip etmeyeceğini açıkladı.


Tesettür e girmesiyle dikkat çeken milli rallici Burcu Çetinka...ya “Yarışlara devam edeceğim. Kıyafet tercihim buna engel değil’’ dedi. 


 Ral­li­ci Bur­cu Çe­tin­ka­ya te­set­tü­re gir­me ka­ra­rıy­la il­gi­li dik­kat çe­ken açık­la­ma­lar yap­tı. Bu ka­ra­rı uzun sü­re ön­ce al­dı­ğı­nı söy­le­yen ün­lü ral­li­ci, “10 se­ne ön­ce ma­ne­vi bir yol­cu­lu­ğa çık­tım. Ör­tün­mem, nef­sim­le ver­di­ğim mü­ca­de­le ne­ti­ce­sin­de at­tı­ğım bir adım­dır. Ce­sa­ret et­mem bi­raz za­man al­dı­” de­di.


 3 YIL ÖN­CE NA­MA­ZA BAŞ­LA­DI


 Geç­ti­ği­miz haf­ta ka­pan­dı­ğı­nı be­lir­ten Çe­tin­ka­ya, “Ön­yar­gı­la­ra üzü­lü­yo­rum. Du­ala­rım­da, be­ni kı­ran­la­ra, sert dav­ra­nan­la­ra, ha­ka­ret­le­re bi­le kal­bi­min sert­leş­me­me­si­ni di­li­yo­ru­m” de­di


Al­dı­ğı ka­ra­rın ral­li­yi bı­rak­ma­ya en­gel ol­ma­dı­ğı­nı be­lir­ten Çe­tin­ka­ya, “Ya­rış­la­ra de­vam ede­ce­ğim. Kı­ya­fe­tim bu­na en­gel de­ğil. Za­ten is­te­sen de is­te­me­sen de te­set­tür­lü ya­rı­şı­yor­sun. Yan­maz baş­lık ta­kı­yo­ruz. An­cak önü­me en­gel çı­ka­rır­lar­sa ral­li­yi bı­ra­kı­rım. Al­lah bir ka­pı­yı ka­pa­tır­sa baş­ka bir ka­pı aça­r” di­ye ko­nuş­tu. Mil­li ral­li­ci, 10 yıl ön­ce si­ga­ra­yı, 6 yıl ön­ce al­ko­lü bı­rak­tı­ğı­nı be­lir­te­rek, 3 yıl ön­ce de na­ma­za baş­la­dı­ğı­nı açık­la­dı.
 
 

30 Eylül 2013 Pazartesi

MACAR KIZI MARİANNE İSLAMI SEÇTİ.



MACAR KIZI MARİANNE İSLAMI SEÇTİ.


Evim Kuveyt Üniversitesi Dil Merkezine çok yakın olduğundan, dil merkezinde Arapça okuyan Türk ve yabancı talebeleri zaman zaman eve dâvet ederim. Daha önce “Körfez Mektubu” köşesinde ihtida hikâyelerini okuduğunuz Alman Asiye ve Japon Faize gibi, Macar Marianne’de evime gelip giden yabancı talebeler arasındaydı. İşte Marianne’nin 'İhtida öyküsü'.
Marianne,bütün benliğinde daha önce hiç tatmadığı garip bir duygu yaşıyordu. Kudüm tavafı, Safa ve Merve arasında Say, Arafat’ta vakfe yapmak, Müzdelife’de gecelemek, Mina’da üç gün şeytan taşlamak ve veda tavafını da yaparak İslâm’ın beşinci rüknü olan Hac vazifesini tamamlamıştı. Kulluk vazifesini yerine getirmenin verdiği müthiş huzur, damarlarındaki sıcak kan gibi akarak içini ısıtmış ve ruhuna tarifinden âciz kalınan bir saadet vermişti.

Yaşadığı bu mutluluğun uzun süre devam etmesini arzulayan Marianne, Hacc’a beraber geldiği gurubun başındaki görevliye “Ne olur hemen gitmeyelim. Biraz daha kalalım lütfen. Bakın, bir daha Kâbe’yi ve Mescid-i Haram’ı görebilecek miyim bilmiyorum. Bu yüzden, doyasıya Kâbe’ye bakmak istiyorum.” dedi.
Biraz önce “Arkadaşlar, veda tavafını yaptıktan sonra hemen çıkmamız lâzım. Lütfen oyalanmayalım!” diye tembih etmiş olan görevli, Marianne’nin yalvarması karşısında yumuşadı ve “Tamam biraz daha kalabiliriz. Ama fazla gecikmememiz lâzım. Biliyorsun, bu gece yolcuyuz.” diye cevap verdi. Aldığı cevap karşısında çocuk gibi sevinen Marianne, hemen bulunduğu noktada diz çöküp gözlerini Kâbe’ye dikti. Muazzam güzellikteki görüntüyü kaybederim endişesiyle kirpiklerini bir an dahi kırpmak istemiyordu!

Hayalinde, Hz. İbrahim Aleyhisselâm ve oğlu İsmail Aleyhisselâm’ın Beytullah’ı inşaa ettikleri o muhteşem sahne canlandı! Bu iki mübarek ve bahtiyar insan; Kâbe-i Muazzama’nın duvarlarını ellerinde taşlar, dillerinde duâlarla sıra sıra örüyorlardı.

İbrahim, İsmail’le birlikte Ev’in (Kâ’be’nin) sütunlarını yükselttiğinde (ikisi şöyle duâ etmişti): “Rabbimiz bizden (bunu) kabul et. Şüphesiz, Sen işiten ve bilensin” (Bakara Sûresi, 127)
Beytullah’a bakarken dalıp giden Marianne, hıçkıra hıçkıra ağlayarak Kâbe’nin mukaddes duvarlarına tutunan onlarca insanın “Ya Rab! Günahkâr bir kul olarak kapına geldim. Senden başka Rab yok ki ona gideyim! Âlemleri yaratan Yüce Yaratıcı Sensin ve Sen affı çok sevensin. Yalvarıyorum Allahım! Beni, ailemi ve bütün Mü’minleri affet” diye duâ ettiklerini düşündü.

Evet; dilleri, renkleri ve kültürleri çok farklı olan binlerce insan Beytullah’ın çevresinde tavaf yapıyorlar; binlercesi de Mescid-i Haram da namaz kılıp duâ ediyorlardı. Âdeta, tek yürek ve tek lisan olmuşlardı ve hep beraber “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ şerîke Leke Lebbeyk. İnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülke, Lâ şerîke leke” diyerek Allah’ın emri ve dâveti üzerine Kâbe’yi ziyarete geldiklerini bütün kâinata ilân ediyorlardı. Kâbe’nin tepesinde uçuşan kuşlar ise, lisan-ı halleriyle bu mü’min yürekleri alkışlıyorlardı sanki!
“Hani Biz İbrahim’e Ev’in (Kâbe’nin) yerini belirtip hazırladığımız zaman (şöyle emretmiştik:) “Bana hiçbir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rükua ve sücuda varanlar için Evimi tertemiz tut. İnsanlar içinde Haccı duyur; gerek yaya, gerekse uzak yollardan gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler. Kendileri için birtakım yararlara şahid olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Artık bunlardan yiyin ve zorluk çeken yoksulu da doyurun. (Hac Sûresi, 26-28)

Sonsuz mutluluk içinde Kâbe-i Muazzama’yı seyre dalan Marianne’nin iman dolu güzel yüreğinden şunlar geçiyordu:

“ Rabbim! Kuşkusuz; Sen beni hidâyete erdirmeseydin, ben hidâyete erenlerden olmazdım. Sen bana şah damarımdan daha yakınsın. Elbette, beni benden daha iyi biliyorsun; bunun idraki içindeyim. Lâkin; tahdis-i nimet bakımından ve nimete şükür olsun diye ben yine de başımdan geçenleri anlatacağım:
Rabbim! Senin yardımınla çok uzun, karanlık ve engebeli yollar aşarak İslâm’a kavuştum. İslâm’a kavuşmadan önce neler yaşadım, neler!?

Ailem dindar katoliktiler. Her hafta Pazar günü ailemle beraber kiliseye giderdik. Duvarlarında, İsa ve Meryem’in renkli renkli figürleri işlenmiş olan Katolik kilisesini çok seviyordum. Belki de, kilise korosuyla beraber şarkılar söylemek çocuk ruhumu okşadığı için kiliseyi seviyordum kim bilir! Dokuz yaşıma gelince, kilise faaliyetlerine katılmaya başlamıştım. Artık, hergün kiliseye gidiyor ve bana verilen görevleri yerine getiriyordum. Rahipler tarafından bize verilen vaazlar ve dersler de çok hoşuma gidiyordu. Çocukluğumun verdiği saflıkla olacak, rahiplerin söylediklerine inanıyordum.
Bu durum üniversite çağıma kadar devam etti. Küçüklüğümden beridir din eğitimi aldığım için üniversite eğitimimi de “Hıristiyan Teolojisi” üzerine yapmaya karar vermiştim. Bu yüzden, Macaristan’ın en itibarlı üniversitelerinden biri olan Budapeşte Katolik Ünversitesinde “Teoloji Fakültesi” ve “Macar Edebiyatı ve Afrika Araştırmaları Bölümü”ne aynı zamanda kayıt oldum. Hıristiyan Teolojisi üzerinde akademik okumalarım derinleştikçe, küçüklüğümden beridir çok sevdiğim bu dinde bir çok çelişki olduğunu gördüm.
Teslis denilen ve “Baba / Oğul / Kutsal Ruh”un oluşturdukları tanrı akidesi ve İsa’nın annesi Azra (Hz. Meryem) ve Azizlere tapınmak aklın alacağı iş değildi. Dolayısıyla, çevremdekilere bu fikrimi alenen söylemeye başlamıştım. Bununla beraber, kilise ile olan alâkamı da tamamen koparmamıştım, ama artık ayinlere katılmıyordum.

2000 yılında, kilisenin tertiplediği geziye katılarak dinî ziyaret (Hıristiyan Haccı) için mukaddes topraklara (Kudüs) gittim. Mukaddes topraklara giderek İsa’nın doğduğu yeri (Nasıra) görebilmek, İsa’nın Via Dolorosa (Acılar Yolu) boyunca durakladığı 14 nokta üzerinde yürümek bütün Katolikler gibi benim de rüyalarımı süslerdi.

Surlarla çevrili olan Doğu Kudüs’ün insanı büyüleyen olağan üstü güzellikte bir yer olduğunu gördüm. Kıyamet kilisesinden yükselen çan sesleriyle Mescid-i Aksa ve Kubbetüssahra’dan yükselen ezan seslerinin semada kucaklaşması ilâhî bir melodi oluşturuyordu!
Kudüs’e gitmeden önce hiç Müslüman tanımamıştım. Bu ziyarette Müslümanları tanıma imkânına da kavuşmuştum. Hıristiyanlığın kökleri Yahudiliğe dayandığı (judeo- Cristian) ve anne tarafımdan bazı akrabalarım Yahudi oldukları için Yahudilik hakkında yeterli bilgiye sahiptim. Ama İslâm hakkında derinlemesine bilgim yoktu. Orada tanıştığım Müslümanlara İslâm hakkında sorular soruyordum. Böylece; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm arasında kıyaslama yapabiliyordum.

Hıristiyanlıkta; teslis akidesi, kul ile tanrı arasında aracı bulunması ve insanların günahkâr olarak doğdukları mefhumları insanın aklını karıştırdığı gibi, Yahudiliğin esaslarından olan “Yahudiler Tanrı Tarafından Seçilmiş İnsanlardır” akidesi de kabul edilemez birşeydi.
Müslümanlardan öğrendiğime göre İslâm çok çok farklıydı. Meselâ; İslâm’da kulluk, şeriksiz olarak bütün kâinatı yaratan Allah’a yapılırdı. İbadetlerde aracı kabul etmeyen İslâm dininde, kul tevbesini de duâlarını da aracı olmadan yapabiliyordu. Tanrı önünde insanlar renklerine ve milletlerine göre değer kazanmıyorlardı. Kul olarak üstünlük derecesi, ancak takva sahibi olmakla kazanılabiliniyordu...

Kudüs ziyaretim esnasında, çok az bildiğim Arapçamla derdimi anlatabiliyordum, ama din gibi derin meseleleri anlamak için kapsamlı bir eğitimden geçmem gerektiğine kanaat getirmiştim. Bu yüzden, 2002 yılı Eylül ayında Arapça okumak için Kuveyt’e gittim. Kuveyt Üniversitesi Dil Merkezinde okurken ve kaldığım kız yurdunda Müslümanları daha yakından tanıdım. Zaman zaman, İslâm Tanıtma Merkezinin faaliyetlerine de katıldım. Bu vesile ile Türk, Pakistanlı, Hintli, Srilankalı ve Arap Müslümanlarla dostluklar kurdum.
Batı medyasının kötü propagandasına rağmen, Kuveyt’e gelince İslâm’a olan ilgim daha da artmıştı. Müslümanları taklit ederek namaz kılmaya başlamıştım. Hatta, oruç da tuttum.Ve nihayet, 10 Aralık 2002’de resmî olarak şehâdet getirdim. Müslüman olunca, sanki üzerimden dağlar kadar yük kalkmıştı! Mutluluğumu sevdiklerimle paylaşmak istiyordum... Hemen telefona sarılıp, Macaristan’daki ailemi ve nişanlımı aradım ve Müslüman olduğumu bildirdim. Ailem durumu kabullenmek istemiyordu. Ateist olan nişanlım ise, benim mutluluğumdan memnun olduğunu söyledi. Sömestr tatilinde Macaristan’a gittim. Nişanlımın Müslüman olması için çok çabaladım, ama çabalarım bir netice vermedi. Tatil bitiminde tekrar Kuveyt’e döndüm. Arap Dili ve Edebiyatı ve Felsefe üzerine yoğun okumalar yaptım. Aynı zamanda da, Tabari’den Yusuf, Bakara ve İsra Sûrelerinin tefsirlerini, İmam Nevevi’nin 40 Hadis Kitabını ve Buhariden seçmiş olduğum bazı bölümleri okudum. İslâmî okumalarımın neticesi olarak bu arada da örtündüm.

2003 yılı Mart ayında Amerikalılar Irak’ı işgal edince, eğitimimi yarıda kesip ülkeme dönmek zorunda kaldım. Beni başörtülü olarak karşılarında gören ailem, Müslüman olup namaz kılmama karşı çıkmadıklarını, ancak baş örtüsü gibi Müslüman olduğuma işaret eden kıyafetle Macaristanda dolaşamayacağımı söylediler. Bu arada nişanlımla evlendim. Onun Müslüman olması için yine çok gayret göstermeme rağmen başarısız oldum. Ailemin tutumu ve eşimin İslâm’a olan soğukluğu karşısında çaresiz kalıp tekrar Kuveyt’e döndüm.
Doğrusu, eşimin İslâm’ı kabul etmemesi beni derinden düşündürüyordu. Onu seviyordum ve ayrılmak istemiyordum. Lâkin, Müslüman olmadığı takdirde İslâm kanunlarına göre ayrılmak zorunda kalacaktım; bu yüzden çok çok üzülüyordum.

Rabbim! Artık işim Sana kalmıştı! Eşimin hidâyete ermesi için bir taraftan duâ ediyordum; bir taraftan da, gerek yazışmalarımızda ve gerekse telefonla konuşmalarımızda ona İslâm’ın güzelliklerini anlatıyordum. Bu durum, 2003 Aralık ayına kadar devam etti. Bir ara ülkeme kısa bir ziyaret yapma imkânı yakaladım. Eşim için el dokuması bir İran Seccadesi satın aldım. Seccadeden mânevî olarak etkilenir ve İslâm’a girmeyi düşünür diye umuyordum. Ancak; Macaristan’a gidince büyük bir sürprizle karşılaştım! Sevgili eşim bir ay önce (Kasım) Müslüman olmuştu. Tatil izninde bana vereceği çok özel hediye olsun diye de Müslüman olduğunu benden saklamıştı! Dünyalara değer bu haberi alınca o kadar çok sevinmiştim ki!

Bu güzel haber üzerine izinde daha fazla kalmak istiyordum, ama Kuveyt’e dönmem lâzımdı. Çünkü, Kuveyt İslâm Tanıtma Merkezi yeni Müslüman olmuşlardan her yıl bir gurubu Hacca götürüyordu. O yıl beni de guruba katmışlardı. Eşim de Hacca gelmek istiyordu, ama maddî olarak Hac masrafını karşılayacak gücü yoktu. Ailesinden yardım rica etti, ama oğullarının Müslüman olmasına çok kızmış olan eşimin ailesi, Hacc parasını veremeyeceklerini söylediler. Bunun üzerine, eşimi Macaristanda bırakıp kendim Hacca gitmek için Kuveyt’e döndüm. Eşimin Haccı için tam ümidi kesmişken, bir mû’cize olmuştu! Suudi Arabistan Kralı Fehed bin Abdulaziz el-Suud’un özel kontenjanı ile değişik milletlerden yeni Müslümanlara Hac imkânı sağladığını ilân etti. Eşim de bu kontenjandan faydalanarak son anda Hacca kavuştu. Sevgili eşimle Mekke’de buluştuk. Şeytan taşlamanın ikinci gününde, İslâm kanunlarına göre dinî nikâhımız kıyıldı.

Evet Rabbim! Bana ve eşime doğru yolu gösterip bizi dünya ve ahiret zindanlarından kurtardığın için sana binlerce defa şükürler olsun.




http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=52526



 

25 Temmuz 2013 Perşembe

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun programına katılan Kanadalı genç, canlı yayında Müslüman oldu.



 

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun programına katılan Kanadalı genç, canlı yayında Müslüman oldu.

 
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun sunumuyla ekrana gelen sahur programında bir ilk yaşandı ve nişanlısı Türk kızı Melek ile programa katılan Kanadalı Fransuva Müslüman oldu. Nihat Hatipoğlu'nun yeni ismini Faruk koyduğu Fransuva, canlı yayında Kelime-i Şehadet getirdi .

"BÜTÜN ŞARTLARI KABUL ETTİ"


Fransuva ile kısa bir süre önce tanıştığını belirten Nihat Hatipoğlu, " Sohbet ettik, İslam'ın ve imanın şartlarını anlattım. Tereddütsüz iman etti" diye konuştu.

Bugüne kadar 8 kişiyi Müslüman etme şerefine ulaştığını ve Fransuva'nın 9. olduğunu belirten Hatipoğlu, Türk kızı Melek'i de ayrıca kutladı.

Nihat Hatipoğlu'nun sözlerini tekrarlayarak Kelime-i Şehadet getiren Fransuva, Sultanahmet Meydanı'nı dolduran kalabalık tarafında yoğun alkış aldı.
 
 
 
 



13 Temmuz 2013 Cumartesi

TATİLE GELEN NORVEÇLİ ATEİST AİLE MÜSLÜMAN OLDU.


TATİLE GELEN NORVEÇLİ ATEİST AİLE MÜSLÜMAN OLDU.

Muğla'nın Marmaris İlçesi'ne tatile gelen Norveçli bir aile, camide dinledikleri Kuran'dan etkilenerek Müslüman oldu. Daha önce herhangi bir dine inanmadıkları belirtilen aile için Muğla'da... tören düzenlendi.

Norveç'in Fredrikstad kentinde yaşayan Linda Wastrup Nyman (34) ile Frode Sigvartsen Nyman (31) çifti, çocukları Tuva Nyman (9), Mathies Nyman (9) ve Frida Nyman (6) ile tatil için bir süre önce Marmaris'e geldi. İlçede gezintiye çıkan aile Merkez Camii'nin avlusuna girdi. Aile burada okunan Kuran'dan etkilenerek caminin içine de girdi. Yaklaşık 20 dakika boyunca müezzin Hamdullah Durdu'yu gözyaşları içinde dinleyen aile, Durdu'dan, kendilerine İslamiyet'i anlatmasını istedi. 

Müslüman olmaya camide karar verdiklerini belirten Linda Wastrup Nyman, "O kadar güzel okuyordu ki kendimizi caminin içinde bulduk. Ailece oturarak 20 dakika boyunca sadece dinledik ve gözlerimizden yaşlar akmaya başladı. Dinledikçe üzerimden bir ağırlığın kalktığını hissettim. Adeta hafifledim ve huzur buldum. Kendimi gerçekten çok özgür hissettim. İslamiyeti seçtiğim için çok mutluyum" dedi.

Nyman çiftinin gözyaşları içinde yanına geldiğini aktaran müezzin Hamdullah Durdu, "Kuran okuduğum esnada ailenin dinlediğine şahit oldum. Çift gözyaşları içindeydi, ellerini açıp dua ettiklerini gördüm. Belki de neye dua ettiklerini bilmiyorlardı. Eşiyle sarılıp ağladıklarına şahit oldum. Sonra bize gelerek ateist olduklarını ifade ettiler. Okunan Kuran'ı Kerim'den etkilenerek İslam dinini tercih ettiklerini söylediler" diye konuştu.

İhtida merasiminin ardından Linda Wastrup Nyman 'Ayşe', Frode Andre Sigvartsen Nyman 'Ali', Mathies Nyman 'Ayhan', Tuva Nyman 'Esma', Frida Nyman ise 'Elif' adlarını aldı. Norveçli aileye, Müftü Yardımcısı Hüseyin Küçükoğlu tarafından Kuran'ı Kerim hediye edildi.

http://haber.stargazete.com/guncel/tatile-gelen-norvecli-aile-musluman-oldu/haber-770617

Norveçli Ateist Aile Kur'an'dan Etkilenerek Müslüman Oldu


Manastırda yetişen bir İngiliz'in Müslüman oluş hikayesi


9 Nisan 2013 Salı

Önce Hıristiyanlığı ardından ateizmi yaşayan Leyla Hanım şimdi mutlu bir Müslüman.


Önce Hıristiyanlığı ardından ateizmi yaşayan Leyla Hanım şimdi mutlu bir Müslüman.


Leyla Yıldırım Hanım, 1982 Almanya Füsen doğumlu…
Önce Hıristiyanlığı ardından ateizmi yaşayan
Leyla Hanım şimdi mutlu bir Müslüman. O bir Müslüman
hanımın çektiği sıkıntıları Almanya’da yaşamış
birisİ. Kendi tabiriyle “Allahın kendisine verdiği
en büyük nimet olan İslamiyetle buluşmuş” bir
müslüman.


Kendinizi ve ailenizi tanıtır mısınız?

Hıristiyan değerlerine çok önem veren bir ailede
büyüdüm. Kiliseye çok gidiyorduk. Büyükbabam
ve büyükannem de dindardılar, aileme de dini bilgilerini
öğrettiler. Küçükken ailem kilisede çok aktif
olduğu için ben de çok aktiftim. Mesela kilisenin
korosundaydım. 15 yaşına kadar da bu şekilde Lise
ye gittim. Okulu bitirdikten sonra Hotel Müller’de
stajyer olarak çalışmaya başladım. Stajı bitirdikten
sonra da otelde çalışmaya devam ettim. Müslüman
olduktan sonra dinimle uyuşmadığı için işimi bıraktım.
Şimdi ev hanımıyım.


İslamla ve Kur’ân’la nasıl tanıştınız?

İslam’ı eşim vasıtasıyla tanıdım. Kendisi Türk ve
Müslüman. Biz tanıştığımız zaman dinini yaşayan
bir Müslüman değildi. Ama bana İslam dini hakkında
birçok şeyden bahsediyordu. Ben başta çok
şüpheci bakıyordum bu dine. Bana çok sert kuralları
olan bir din gibi görüyordu. Zamanla İslam’la
ilgili bilgi edinmeye başladım, kitaplar almıştım.
Kur’ân’ın Almanca mealini okudum. Benim için en
önemlisi Kur’ân’ın meali oldu. İçinde bütün sorularımın
cevabını buldum. Nereden geliyorum, nereye
gideceğim, hayatımın anlamı ne, ölümden sonra
ne olacak? Bunlar her insanın düşündüğü şeyler.
Bu sorular bu kadar detaylı bir şekilde cevaplanınca
şaşırdım ve çok etkilendim…


Kur’ân’la tanışmanız hayatınızda neyi değiştirdi?

Kur’ân’ı okuduğum zaman ahiretin ve cehennemin
olduğunu öğrendim ve anladım. Ya yarın ölürsem
ölümden sonraki hayatım nasıl olacaktı? İçimde
küçük bir inanç kıvılcımının oluştuğunu hissettim.
Ama daha tam ikna olmamıştım. Ama okuduklarımın
doğru olabileceğini düşündüm. Kendi içimde
bir savaş yaşadım. Çünkü bütün hayatımı değiştirmem
gerekiyordu. Başörtüsü takmam lazımdı.
Birçok kurala uymam gerekiyordu ve günde 5 vakit
namaz kılmam lazımdı. Bunlar benim için çok
büyük değişimlerdi. Bu yüzden çok düşünmem gerekiyordu.
Uzun bir süreçti ve tabi şeytan da beni
rahat bırakmıyordu. “Yapma bunu”, “bu dini kabul
edersen hayatın zorlaşacak” gibi vesveseler veriyordu.
Eşimle o zaman henüz evlenmemiştik, onun ailesine
gittik.


Ben ilk defa Müslümanlarla konuştum, onlara sorular
sordum. Biz hep birlikte camiye gittik. Benim
oturduğum yer olan Füssen’de hiç cami yok ve benim
için yabancı bir şeydi bu. Ramazan 2001 idi ve
Bremen’deki büyük camiye gittik. O gece Kadir Gecesiydi.
Cami tıklım tıklım doluydu. Benim yaşadığım
ilk farklı ve anlamlı duygu o an yaşanıyordu. Ne
kadar güzel bir şeydi bu. Bu kadar insan birlikte namaz
kılmak için bir araya geliyor. İnsanların namaz
kılışları, ruh ve beden dilinin bu şekilde birleşmesi.
Namazda yapılan hareketlerle kendini Allah’a sunmak.
Ne sağa sola bakıyorsun ne de konuşuyorsun.
Öyle bir durum ki sadece yaradanla birliktesiniz. Bu
beni çok etkilemişti.


Eksik olan tek şey demek bunu görmekmiş. Elhamdülillah
bu yolu seçtim. iki gün sonra eşimin ailesinin
evinde şehadet getirerek Müslüman oldum.
İmam nikâhını da kıydılar orada bize. Çok güzel bir
duyguydu. İç huzurumu bulmuştum. Beni bu uykudan
uyandırdığı ve doğru yola ilettiği için Allah’a karşı
bir şükran duygusu oluşmuştu. Ben neden yaşadığımı
bilmeden bütün hayatım boyunca uyumuşum
da sanki biri beni silkeledi ve uyandırdı ve ne için yaşadığımı
gösterdi. Çok güzeldi. İlk camiyi gördüğüm
zamanı hep hatırlıyorum. Çok etkileyiciydi. Bunları
yaşattığı için yüce Rabbime çok minnettarım.
Bütün sorularınıza cevap bulabildiniz mi
Kur’ân’da?


Öncelikle ben her insanın doğasında bir dine sahip
olma duygusunun olduğunu düşünüyorum.
Bu çok normal bir şey. Her insan bir şeye inanıyor.
Baktıkça da İslam'ın çok mantıklı bir din olduğunu
görüyoruz. Bir Allah var, gücü her şeye yetiyor ve
o her şeyi yarattı. Bize gücünü ve kurallarını peygamberlere
gelen vahiyle iletti. Peygamberler anlattı
ve insanlar bunu uyguluyor. Diğer kutsal kitaplar
olan Tevrat ve İncil'le Kur’ân'ı kıyasladığımız zaman
Kur’ân'ın bu zamana kadar değişmeyen tek kitap
olduğunu görüyoruz. 1400 yıl önce olduğu gibi
hiçbir şey değişmemiş ve orijinaliyle bugüne kadar
gelen tek kitap Kur’ân. Diğer dinlerde öyle bir şey
yok. İslam’da yapılan ibadetlere baktığımız zaman
sadece Allaha ibadet edildiğini görüyoruz.
Yahudilik ve Hıristiyanlıkta tek Allah inancında olduklarını
söylüyorlar ama öyle olmadığını herkes
biliyor. Çünkü Hz. İsa da Allah olarak görülüyor ve
ona ibadet ediliyor. Yahudilikte de Allah’a karşı şirkte
bulunuyorlar. Allah’ın emirlerini değiştiriyor veya
kullanmıyorlar. İsteklerine göre yeni emirler de yapabiliyorlar.
İslam dininde böyle bir durum kesinlikle
yok.


Biz hâlâ 1400 yıl önceki gibiyiz. Kur’ân’a göre ve
peygamberimizin yaşadığı gibi, sünnetiyle yaşıyoruz.
Bence İslam’ın doğru din olduğunu bunlar kanıtlıyor.
İslam bütün hayatımızı kaplıyor. İslamda hiç
bir soru cevapsız kalmıyor. İslam dininde Kur’ân’dan
veya hadislerden her sorumuza cevap bulabiliyoruz.
Bence bu insanların ilgisini çekiyor. Bunun kanıtı
da gittikçe çok insanın İslam’ı seçmesidir.


http://www.yenidunyadergisi.com/yazi.php?id=89


12 Şubat 2013 Salı

BAŞ RAHİBE MÜSLÜMAN OLDU.


Serra Karaçam kapanmaya nasıl karar verdi?


Serra Karaçam kapanmaya nasıl karar verdi?

 

Ünlü sunucu Serra Karaçam Ala dergisine iş ve özel hayatıyla ilgili samimi açıklamalar yaptı.


İşte o yazı:

Bu ay sizleri, Al Jazeera Network’ün kapalı devre yayına devam eden, hazırlık aşamasında bulunan Türkçe haber kanalının spikerlerinden Serra Karaçam ile buluşturuyoruz. Kendisi ile, haber spikerliğini, mesleki yolculuğunu ve başını örtmeye karar veriş sürecini konuştuk.Karaçam daha önce TGRT, Star, 24 TV ve TRT de, dış haber prodüktörlüğü,sunuculuk, editörlük, program yapımcılığı gibi görevler üstlenmişti.

-Pek çok kanalda programcı, editör, sunucu ve spiker olarak yer aldınız.Son olarak TRT de çok izlenen Medya Müfettişi’ne imza attınız ve ardından TRT Haber Ana Haber sunuculuğunu üstlendiniz. Bu başarı öyküsünün nasıl başladığını anlatır mısınız,spikeri olmaya ne zaman karar verdiniz ?



Öncelikle teşekkürler. Başarı kavramı çok göreceli. Başarılı olmak her zaman bilgi ve öğrenmekle ilgili bir şey. Eksiklerinizi tamamladıkça daha iyi işler yapmaya başladığınızı fark ediyorsunuz. Öğrendikçe üreteceğiniz işin kalitesi artıyor. Sadece meslekî tecrübeler değil yaşadığımız hayat da bize deneyim kazandırıyor. Ayrıca, bir merak duygusu ve araştırma arzusuna sahip olmak da çok önemli; böylece çevrenizdeki yenilikleri ülkenizde ve dünyada olup biten gelişmeleri ıskalamamış olursunuz ki, bu, gazeteciliğin de doğasını oluşturan bir özelliktir.



Benim öyküm, Siyaset Bilimi okurken bir televizyonun dış haberler bölümünde staj yapmayı seçmem ile başladı. Spiker veya gazeteci olmak öncelikli hedefimdi diyemem. İşi öğrencikçe sevdim. Süreç ilerledikçe öncelikle dış haberi öğrenmek, haberci olmak, hedefim haline geldi.

O dönemde sadece ‘nasıl yapıyorlar’ diye saf saf sunucuları izliyordum haber merkezinde. Sanıyorum eğitimimin ve fiziksel görünümümün uygun olduğunu düşen bir yönetici, beni; sunucuları izlerken gördü ve benim de yapabileceğimi söyledi. İlk bakışta şanslı gibi görünüyordum ama sonrasında pek öyle oldu diyemem. O günden sonra ders alma süreçlerine girdim, heveslendim, ama uzunca bir süre hazır hale gelemedim. Sonrasında o yönetici de hazır olamadığım için bana şans veremedi. Ben de bana imkan sunulan farklı bir kanalda, dış haberde ve bazen muhabirlik yaparak bir dönem geçirdim. Sonra birgün ihtiyaç oldu ve staj yaptığım ilk kanala, dış haber editörü kadrosundan ama arada da bülten sunmak üzere işe kabul edildim.

-Televizyonda ilk projeniz ne idi ?

İlk projemin, TRT’ye önerdiğim ve iç yapım olarak başlayan “Medya Müfettişi” programı olduğunu söyleyebilirim. Ondan önce 24 TV ile sabah haberlerini sunmak üzere anlaşmıştım ve bir süre sabah bülteninin hazırlanmasına da destek vererek o görevi üstlendim. Ama o, benim projem değildi. Bir haber kanalının sabah bülteniydi. O bültene editörlerimin de desteği ile; kendimce bir şekil vermeye çalışmıştım sadece. TRT, isim hakkını da aldığım program projemi kabul edince, kendi projemi hayata geçirme imkanı bulmuş oldum. Bu projenin fikir aşamasında mesleki tecrübesine güvendiğim değerli isimlerden destek aldığımı da eklemeliyim. Hepsine müteşekkirim.
-İlk haber sunumundan sonra ne hissettiniz, nasıl tepkiler aldınız ?
İlk gün TGRT gece haberi ile çıktım. Zorlandığımı söylemeliyim. İlk gün; görsel olarak çok hazır durmamakla birlikte, sunum anlamında kırk yıllık spiker gibi sunduğumu söyleyenler çoktu bülten sonrasında.
Sanırım olmuştu…. Ancak ertesi gece bültene bir dakika kala bir son dakika gelişmesi haberi gelmiş. Akışa hakimdim ama, bu son dakika gelişmesi bana kulaklıktan söylenmemişti ve promptera ilk haber olarak, o ‘yeni haber’i gelmiş gördüm. Ben içeride bir hata olduğunu düşünüp, promptera hatalı bir haber geldi diye; elimdeki kağıttan, planlanmış ilk haberi okumayı seçtim o anda. Bana göre bu benim ikinci yayında, fazla ileri bir insiyatif refleksimdi. Kötü bir alışkanlık…


Kendini fazla karar mercii görmek gibi…

Bu bazen editöryel kadroyu zor durumda bırakabiliyor. Ve reji prompterı değil, elindekini okuyan acemi sunucunun bu hareketine şaşırdı. Eminlerdi oradaki son dakikayı okuyacağıma. Girişinde de son dakika notu yoktu prompterdaki haberde. Ve tabii, tabi olmayışıma şaşırdılar, reji karıştı. İş benim acemiliğime verildi. İlk gün, kırk yıllık sunucu olduğumu düşüneneler, ikinci gün bu durumdan hayal kırıklığına uğradılar. Aslında ben fazla hazırlıklıydım, prompter aksarsa kağıttan okuma konusunda, beni eğiten hocalarımın uyarısı hep kulaklarımdaydı. O nedenle öyle davranmıştım.Ve kendi yolumu hala doğru buluyorum.Ancak daha sonraki dönmede bu tip durumlarda, prompterın esas alınacağı kurala bağlandı. İşte bu ikinci gündeki tecrübe de bana bişey öğretmiş oldu.


-Ekran önünde olduğunuz için heralde çoğu zaman heyecanınızı kontrol altına almanız gerekiyordur..Etkili bir haber sunucusu olmak için nelere dikkat etmek gerekiyor ?


Etkili bir haber sunucusu olmak için; öncelikle iyi yazılmış haberler gerekiyor. İyi bir haber merkezi gerekiyor. Okuyacağınız metinleri iyi yazan editörler gerekiyor. Bunun dışında, size düşebilecek, olası aksilikleri giderme konusunda ise yetki gerekiyor. Yani bir aksilik olursa; toparlama yetkisinin sizde olduğunu bilmeniz gerekiyor. Bunun dışında, etkili konuşma ve diksiyon bilgisi de işin size düşen önemli bir kısmı. Bu da çok Pratik yapmakla oluyor.


Heyecan, “son dakika” gelişmesi haberlerinde olur daha çok. Ancak beklediğiniz ve arka planını bildiğiniz bir gelişmeye ait son dakika olursa daha kolay. Bu nedenle gündemdeki, gelişmeye açık haberlerin çeşitli olasılıklarına dair hep hazırlıklı olmak lazım. Bugün şuradan şu gelebilir diye bilmek, heyecanı kontrole alabilmeyi ve kendinize güvenmenizi sağlıyor. Uçak kazası, deprem, ani bir suikast gibi durumlarda ise ses tonuna heyecanı çok yansıtmamak, duyguları kontrol edebilmek, ve editöryel ve teknik kadronun bilgi akışı sağlaması çok önemli. Görüntü okumak, siyasi aktörleri tanımak, terör ve kargaşa alanlarından gelen görüntüleri; yetkiniz dahilinde anlamlandırabilmek de önemli.


-Bugüne kadar sizi en çok etkileyen haber neydi ? Ekran önünde yaşadığınız enteresan bir hikaye var mı?


Beni en çok etkileyen haber…?

İnanın hatırlamıyorum. Bizde sürmenaj durumu da hasıl oluyor fazlaca. Muhakkak dönem dönem çeşitli davalar, siyasi gelişmeler beni heyecanlandırmıştır. En çok etkileyen haber… hatırlamıyorum.


Ekran önünde değil de Medya Müfettişinde yayına bant girdiği sırada yaşadığım bir hikaye var. Stüdyodaki program danışmanım ile telefona bağlanacak konuğa sorulacak ters köşe bir soruyu tartışıyorduk. Bunu duyan telefondaki konuğun, durumu, kendisine komplo kurulduğu şeklinde algıladığını ve tepkisini hatırlıyorum. Erdal Sağlam’dı o isim. Ve çok utanmıştım. Ama o beyefendiliğini bozmadı sağolsun. Yani konuk telefonda beklerken, stüdyoyu duyuyormuş ve o tartışmayı da dinlemiş. İlk soruyu sorunca, mizahi bir dille tepkisini yansıtmıştı.


-TRT’de bir dönem Medya Müfettişi isimli programınız büyük ilgi görmüştü. Diğer programlardan farkı, izleyici ve sizin kariyeriniz için katkısı neydi ?


Diğer programlardan farkı sorusu çok iddialı, bunu izleyiciler takdir eder. Ama ben bunu anlatmayayım bence. Çalışma metodumuzu; her kesimden konuk çıkarmak, herkese söz hakkı vermek, medyayı çok iyi takip ederek, konu seçiminde titiz davarnmak diye özetleyebilirim. Kavga etmeden konuşmayı seçerdik birde. Sokağın sesini çoğu programımıza yansıtırdık. Konuşacağımız konuda insanlar ne düşünüyor ekrana taşıdık. İzleyici, okuduğu haber ve köşe yazılarının göstermediği, çarpıttığı veya anlattığı şeylerin arka planını okuyordu bu programdan.


Benim kariyerim açısından, tamamen kendi ekibimle kendi fikirlerimi, neredeyse sıfır sansürle TRT gibi bir kanalda uygulamış olmak gurur verici. Kendi seçtiğim ekiple çalışmanın keyfini ve zorluklarını yaşadım. Sorumluluğun tamamen sizde olduğu bir işin stresini göğüslemeyi öğrendim. İnsanlar beni Medya Müfettişi diye anar oldu. Tanındım biraz.


-Bugün ekranda izlediğimiz programların içeriği ile ilgili düşünceleriniz nelerdir peki ? Sizce ülke ve toplum olarak ne tarz programlara ihtiyacımız var?


Çok fazla ‘kafalardan ibaret’ stüdyo tartışma-sohbet programı var. Sokağın gündemini, sorunun veya konunun muhataplarını; aydın, gazeteci veya siyasetçi temsilciler ile konuşan moderatörler…

Twitter yorumları ile bazen halkın sesi ekrana yansıyor ama dışarıda, alanda, sokakta olanları; ekrandaki programlarda çok göremiyoruz bence. Veya tam tersi sadece dış çekim belgeseller var.


İhtiyaç belirleyecek noktada şu anda çok fikir sahibi değilim.Ancak bununla birlikte, CNN Türkteki Sevil Atasoy’un programını beğeniyorum.

Habertürk’te Pelin Çift’in mistik konuları konuştuğu sohbet programı da farklı. Vedat Milör’ü çok başarılı buluyorum. Çok ‘gerçek’ kendisi. Çok doğal tepkileri… Şapır şupur yemek yemesi, acımasızca eleştirdiği veya övdüğü mekanlar…Hepsi gerçek.Değişik şeyler de yapılmaya başlandı aslında. Burası Haftasonu güzel. Sabah haberlerinde TRT haber Günlük’ü seviyorum.
(sosyal konular, aile yaşantısı, çocuklar vs.)



-Bir dönem sizi saçı açık bir kadın olarak gördük ekranda, sonra kapanmayı tercih ettiniz.. Hayatınız için bir dönüm noktası olsa gerek, nasıl karar verdiniz kapanmaya?


Kapanmaya karar verdiğimde, kızımın doğumundan sonra 5 ay kadar bir süre geçmişti. İnsanın çocuk sahibi olması hayat denen mucizeye bakışını etkiliyor. Bundan önce de kapanmayı istiyordum zaman zaman ama cesaretim yoktu. Çocuk olunca, örneğin yataktan düşüyor, başına bişey geliyor, Allah’ın onu sürekli koruduğunu gördükçe, şükür duygum arttı. Kendi sorumluluklarımı ve teşekkürümü daha titiz yapma isteği netleşti içimde. Ve birden zaten düşündüğüm şeyi uyguladım birgün. Bu arada; neden kapandiginizi anlatirken sizi bu noktaya getiren tum hayatinizi anlatmaniz gerekiyor. Bu cok kolay degil. Sunu belirteyim, ben İHL mezunuyum.Ancak üniversite kayıt fotoğrafını çektirdiğim ilk gün, ağlayarak başımı açtım ve peruk ve benzer yöntemleri uygulama gücünü de kendimde görmedim. Sonrasında hayat çizgim biraz değişti. Namazımı bırakmamaya özen gösterme dışında, dini hassasiyetleri çok fazla uygulayamadım. (“Gunah da sevap da gizlidir, ama sordugunuz soru bunlari acmayi gerektiriyor”diye ekliyor) Nefsim zayıfmış belki bilemiyorum. Zorunlu olarak başlayan bu süreçte, mesleki olarak ve kişisel olarak kendimi gerçekleştirirken; hayat beni biryerlere savurdu diyelim.


İdeolojik olarak ve inanç açısından hep aynıydım. İlk gençlik çağlarımda da biraz protest bir duruşum vardı. Metin Göktepe öldüğünde, ortaokuldaydım ve ‘bu böyle olmamalı’ diyordum mesela.

Dini özgürlükler ve dindarların gördüğü sindirilme politikaları karşısında da, azınlıkların çektiği acılar konusunda da hep hassastım.

Bu hassasiyetim açıkken de hep aynıydı, sürdü. Ayrıca son olarak, evlenince ve hayatımda sadece bir erkeğe güzel görünmem gerektiğini içimde hissedince bu kararı vermem kolay oldu belki de.


-Başörtünüzün yaptığınız işin önüne geçmesinden endişe ettiniz mi hiç?


Mesleki anlamda bugüne kadar yaptıklarım, beni açık veya kapalı biryere taşır ise taşır taşımazsa da taşımasın dedim. Benim için başörtü bir detay. Önemli ama altı başka şeyler ile doldurulmalı. Birde kişiler yapabildiği kadarı ile dini vecibelerinİ yapmalı, yapamadıkları yüzünden tümünü elden bırakmamalı. Toplumu; bunu simgeleştirme konusunda biraz eleştirdiğimi söyleyebilirim.Konjonktür gereği kapanmakla eleştirildim. Buna ihtiyacım olmadığı bence gayet açık. ‘Türbanlı’ veya ‘başörtülü’ olmanın, konuşulacak bir tarafı olmadığı bir ortam hayal ediyorum. İnsanlar liyakatları ile değerlendirilmeli. Merkez medya ve TRT gibi kapılarda işimin artık daha zor olacağını biliyordum. Ayrıca hayatımı, dört dörtlük bir müslüman gibi yaşama zorunluluğu, göz önünde bir başörtülü olarak; beni iş bulma konusundan daha fazla tedirgin etti. Çünkü bir sosyal çevrem, yoldaşlık ettiğim farklı görüşlerden arkadaşlarım vardı. Hala da varlar. Onlar beni anladı ve bağrına bastı diyebilirim.İnsanlar eksik kalabileceğim konularda açık bir müslüman kadından daha fazla eleştirebilirdi beni. Oysa tüm müslümanların görevleri ve duyarlılıkları aynı. Açık olanların da kapalı olanların da.


-Kapandıktan sonra hemen iş bulabildiniz mi peki ?
Kapanmaya karar verdiğimde, henüz açıkken; iki kurumdan teklif gelmişti. Birine kapandığımı açıklama cesaretini gösteremedim. Şu anda çalıştığım kuruma durumu izah ettim. Beni anladılar. Allah bu kararımdan dolayı beni mahzun etmedi. Başörtünün ne avantaj ne dezavantaj olmasını isterim. Başörtülü olduğum için kutsanmakta, yerilmekte hak ettiğim bişey değil. Bir kesim, çalıştığım yerde hali hazırda bir başörtülü sunucu kontenjanı olduğunu varsayarak; bunu kapmak için kapandığımı iddia etti. Oysa görüşmeleri ben açıkken gerçekleştirmiştik. Ve bu durumu kuruma açıklamam kolay olmadı elbette.



-Aileniz ve yakın çevrenizden ne gibi tepkiler aldınız bu konuda ?
Ailem, özellikle babam çok sevindi. Babam, bana hep, ‘namaz kılıyorsun, bir de kapansan senin sonun güzel olacak’ derdi. Belki hayat tarzımın da ona göre değişeceğini düşündüğü için… Kapalılığa negatif yakalaşan arkadaşlarım ise benim hala ben olduğumu gördüler. Zaten çoğu dini duyarlılığımı biliyordu.



-Türkiye’de çalışan kadınların yaşadığı sorunlar sizce neler ? Başörtüsü kullanmaya başladıktan sonra sizin yaşadığınız sorunlar oldu mu ?
Çalışan kadınların sorunları buraya sığmayacak.


Buna çok ayrı odaklanarak konuşmak lazım. Başörtüsünden sonra tanıdığım bazı yazarlar, arkadaşlar beni tanımakta zorluk çekti. Gittiğim biryerde, toplantılarda soru soraraken, kendi kimliğim ile değil, başörtülü biri olarak algılandım. Kim olduğum derken, kendimi büyüttüğümden değil, ama iyi tanıdığınız,birkaç kere programınıza katılmış insanların sizi tanımaması garip oluyor. Zamanla bu geçiyor gibi.


-Çalışan kadın olmak sorusunu pas geçtiniz, anne olarak bu sektörde olmak için ne dersiniz?


Hayatta hiçbişey kaçmıyor. Çocuk oldu diye birşeyler bitti hissine kapılmamak lazım. Zamanı gelince herşey eskisi gibi devam ediyor. Çocuk sevgi yumağı. İnsana herşeyi unutturan bişey. İnsanın sorumluluklarına, işine bakışı değişiyor, daha önce hızla alabildiğiniz istifa benzeri kararları alırken iki kere düşünüyorsunuz. Kızım benim herşeyim. Elbette kendinize ayırdığınız, işinize ayırdığınız zaman azalıyor. Ama burada, çocuğa verilen zamanı; işe ve kendinizi geliştirmeye ayırdığınız zamandan değil de, eğlence ve başka faaliyetlerden kısmak önemli.Çocuğunuz annesinin işi ile de gurur duyabilir ileride büyüdüğünde. Evde tamamen kendini ona adayıp herşeyi bırakması ile de gurur duyabilir…


Ancak işi gücü bırakıp evde de bunalıma giren ve çocuğuna kötü davranan bir anne olmaktansa dengeli bir ilişki geliştirmek önemli. Herkesin ruhi durumuna, hayata, maddi olanaklarına ve kariyere bakışına göre değişiyor bu seçim. Ama dengelemek mümkün.

Sadece titiz olmak lazım. Kızım şanslı. İyi bir bakıcısı var. Ama bana da doyuyor. Bunları dengelemeli. Anne olunca da bekarken de, evliyken de; işinizi titiz yapıyorsanız sorun olmaz, doğru yere gelirsiniz.


-Ala okurlarına moda ve tesettür konusundaki görüşlerinizi aktarır mısınız?


Tesettür, örtmek demek. Dikkat çekmemek önemli. Herkes zevkine ve modaya uygun giyinebilir. Batılı veya dogulu gelenek kodlarına göre bir örtünme biçimi benimseyebilir. Modern, geleneksel, fantezi, spor, klasik giyim tarzlarini secebilir.Ama hatları belli etmeyen, avret denilen bölgeleri örten şekilde olmalı bu. Şık olmak mümkün. Müslüman görünüşü ile derli toplu olmalı. Özellikle kozmopolit toplumlarda, müslümanın bakımlı temiz derli toplu olması önemli. Makyaj ise, sağlık ve kendini iyi hissetme noktalarında niyete bağlı, hafif olabilir; ama tesettürün özü ile örtüşmüyor. Özellikle abartılı olduğunda. Benim çelişkim, mesleki olarak izletmeye bağlı, görsel kısmı da olan bir işte bir yarış içerisindesiniz. Bunu yaparken ölçüyü kaçırmadan kendi çizgimle; anlattıklarımla, okuduğum haberler ile derli toplu bir görünümü bir arada sunmanın yeterli olacağını umuyorum.Moda ve şıklık tesettür ile uyuşabilir ama açık olupta dikkat çekmeyecek bir kadının, örtünme ile dikkat çekecek hale gelmemesi lazım. Amaç dikkat çekmek olmamalı. Ameller niyetlere göredir.


-Son olarak bu mesleğe adım atmak isteyen kadınlar için neler söylemek istersiniz ?


Gündemi takip etsinler. Çok okusunlar. Görünümlerinde özenli olsunlar. Bunun uzun bir yolculuk olduğunu unutmamalılar birde.
En sevdiginiz şehirler?



New York, İstanbul, Budapeste,Medine, Heidelberg, biraz Londra.
En son okudugunuz kitap?



Zihin Kullanma Klavuzu John Taylor
Unutamadiginiz filmler?
Duvara Karsi, Ejderha Dovmeli Kiz, Gonul Yarasi, Gran Torino



En büyük hayaliniz?
Bu dunyaya gelis amacima uygun bir yasam surmek



En sevdiginiz kelime?
Empati



İstanbul’da en sevdiginiz semtler?
Beyoglu, Moda, Ortakoy, Beylerbeyi Beykoz sahil hatti, yasamak icin Ulus ve Beykoz.



Favori Alisveris mekanlariniz?
Kanyon, Capitol, Uskudar ve Kadikoy carsilari, Bagdat Caddesi




http://www.medyafaresi.com/haber/97524/medya-serra-karacam-kapanmaya-nasil-karar-verdi.html





Alman Ateist Bu Ayetle Müslüman Oldu..



Alman Ateist Bu Ayetle Müslüman Oldu..

 

İslam dininin anne ve babaya verdiği önemden etkilen Alman ateist sigortacı Müslüman oldu.


18 aydır Antalya"nın Manavgat ilçesi Side beldesinde yaşayan Gabriele Schieke(43) Manavgat Müftülüğü"nde yapı...lan ihtida (din değiştirme) töreninde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

Müslüman olan Gabriele Schieke, Elif Nur ismini aldı. Schieke'yi mutlu gününde Türk eşi Mustafa Kemal Bindiren yalnız bırakmadı. İslam dinini seçen Schieke'ye, Müftü Halil Taş ve vaize eşi Fedan Taş Almanca Kur'an-ı Kerim ile İslam ilmihali hediye etti.

1 yıl önce Side"de kuaförlük yapan Mustafa Kemal Bindiren ile evlendikten sonra Bindiren soy ismini aldığını belirten Schieke, İslam dini kendi rızasıyla seçtiğini ifade etti. Bir yıl içinde Almanca olarak Kur'anı 2 defa okuduğunu belirten Schieke, Müslüman olmadan önce ateist olduğundan ölüm korkusuyla içinde bir boşluğun olduğunu ifade etti.

Schieke, "Müslüman olduğum için kendimi bir tüy gibi hafif hissediyorum. Yeni dinimi araştırdım ve bütün benliğimle kabul ettim. Müslüman olmamda İsra Suresi'nin 23 ayeti çok etkili oldu. Rabbimin ayette buyurduğu "Eğer onlardan biri ya da her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına ulaşırsa , sakın onlara "öf" bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve güzel söz söyle" okuyunca ayaklarımın bağı çözüldü. İçimi tarifi imkansız mutluluk kapladı. Eşime Müslüman olacağını söyledi. Ramazanın beşinci günü de Müslüman oldum" diye konuştu.

Yeni Müslüman olmuş birinin Cenab-ı Allah"ın geçmiş bütün günahlarını bağışladığını ifade eden Taş, Schieke"nin İslam dini ilgili öğrenmek istediği konular hakkında her zaman yardım olacaklarını söyledi. Müftülük personeli toplu duanın ardından Mustafa Kemal- Elif Nur Bindiren(Gabriele Schieke) çiftini tebrik etti.

Öte yandan, Manavgat Müftülüğü'nde 1 ay içinde 4 farklı dinden kişi İslamı seçti.

 

http://www.haberpan.com/haber/alman-ateist-bu-ayetle-musluman-oldu

 
              


BARCELONALI ABİDAL


ABDÜLVAHİD ADRİEN BALDE: ARADIĞIM HER ŞEYİ İSLÂMDA BULUYORUM.



ABDÜLVAHİD ADRİEN BALDE: ARADIĞIM HER ŞEYİ İSLÂMDA BULUYORUM.




HAYATIN BOŞ, AMAÇSIZ OLMAMASI, GÖRDÜKLERİMİZİN DAHA DA İLERİSİ VE ÖTESİNİN VAR OLDUĞUNU BİLMEK ÇOK ÖNEMLİ. DİYEBİLİRİM Kİ, HER GEÇEN GÜN ARADIĞIM HER ŞEYİ İSLÂMDA BULUYORUM...


“ALLAH′IN BİRLİĞİ, TEKLİĞİ… İŞTE BU, BENİ İSLÂMA YÖNLENDİRDİ” DİYEN ABDÜLVAHİD ADRIEN BALDE:
Aradığım herşeyi İslâmda buluyorum



Merhaba, ismim Adrien. Anne tarafından Fransız, baba tarafından Gineliyim. Baba tarafından Müslüman, anne tarafından Katolik kökenliyim. Annem öğretmen, babam ise memur. İkisi de çocukken kendi dinlerine göre eğitilmişler. Katolik olmak annemin kendi tercihiydi. Babam ise dinî bir çevrede yetişmiş. Babamın dinî tercihi daha çok aile baskısı ile olmuş. Fakat daha sonra dinden uzaklaştı. 70’li yıllarda Afrika’dan ayrılıp, Fransa’ya gelenler olmuş. Bazıları dinlerini, gelenekleri ve göreneklerini muhafaza ederken bazıları tamamen kaybetmiş. Babam da kaybedenler arasında idi. Onun hayatta çok acı çektiğini gördüm. Bu da ailemizi etkiledi.


HUZURLU BİR AİLE HAYATI HERŞEYİN BAŞI


Ben Gine’de aileleri görünce dinin ne kadar etkili olduğunu fark ettim. Düzgün bir eğitim verilince din de iyi algılanıyor, etkisi büyük oluyor.
Benim yaşadıklarımla kıyaslayınca, Gine’deki çocukların çok daha güçlü olduğunu gördüm. Nitekim ben delikanlılık sorunları, gençlik hataları, uyuşturucu madde kullanımı gibi sebeplerden dolayı ortaokul son sınıfta eğitimimi bıraktım.


Babamın alkol sorunları vardı, benimle ilgilenmezdi. Ayrıca gençlik döneminde bir çocuğun babadan bu tür davranışlarla destek bulması mümkün değil. Siz dışarıda bir takım işler yapıyorsunuz ve eve geldiğinizde aynı şeylerle karşı karşıyasınız, sanki dışarı içeri olmuş gibi oluyor... Aile her şeyin başıdır. İç barışımız için aile ortamı şarttır. Biz de bu yoktu. Çünkü evimizde İslâm’ın hiçbir izi yoktu. Gerek yiyeceklerimizde, gerek alkol konusunda dine dayalı hiçbir ölçü yoktu. Annem tarafından da aynıydı. Aslı Katolik olan annem bile Hıristiyanlıktan hiç bahsetmezdi.


ARADIĞIM HERŞEYİ İSLÂM′DA BULUYORUM


İslâm’ın herkesi yaratılan olarak görmesi ilgimi çekti. Allah’ın birliği, tekliği… İşte bu beni İslâm’a yönlendirdi. Amcamın verdiği ilk dinî kitabı okuduğumda içimi bir korku sardı. Diyebilirim ki, Kur’ân beni korkuttu. Ama bu güzel bir korkuydu. Bu çok yüce bir duyguydu. Bu duyguyla sevdim İslâm’ı. Zannedersem, ben de böyle bir şey istiyordum. Herkesin kendini sorgulaması, hayatın boş, amaçsız olmaması, gördüklerimizin daha da ilerisi ve ötesinin var olduğunu bilmek çok önemliydi. Diyebilirim ki, her geçen gün aradığım her şeyi İslâm’da buluyorum, Elhamdülillah. Bu benim için çok önemli bir durumdu.


İSLÂM BANA HUZUR VE GÜVEN KAZANDIRDI


Peki, beni İslâm’a yönlendiren neydi? Okulda Müslüman gençlerle görüşüyordum. Unutmayalım ki, Fransa’da çok Müslüman var. Bu bir gerçek. Onlarla konuşmaya başladım. Her şeye rağmen Gine asıllı olduğumu unutmuyordum. Tabiî olarak bana ait olan bu yönümle ilgileniyordum. İlk başlarda İslâm’la ilgilenmem sırf kimliksel sebeplerden dolayıydı. Yavaş yavaş bu ilgi Gineli, hatta Afrikalı kimliğimin de önüne çıktı ve artık bir övünç meselesi olmaya başladı. Evet, gerçekten bir övünç. Meselâ camiye gittiğimde kendimi çok güvende hissediyordum. Camiden çıktığımda çok gurur duyuyordum. Kendimi çok iyi hissediyordum. İslâm’ın bana en önemli getirisi kendime güven ve huzurdu. Meselâ namazı bitirdiğimde rahatlıyordum. Bu en çok hoşuma giden taraftı. Namaz bitince gerçekten çok rahatlıyordum. Ruhsal olarak çok farklı oluyordum. Çok muhteşem bir şeydi.


İSLÂMİYET, MEŞRÛ ZEVKLERİ YAŞAMAYA ENGEL DEĞİL


Açıkçası İslâmiyeti yaşamak, ibadetlerini yapmak muhteşem bir şey. Çünkü algılamam daha da güçleniyor, her gün yeni şeyler öğreniyorum. Kendimle ilgili bilgileri, başkalarına daha iyi davranmayı öğreniyorum. Diğer Müslümanlarla çok iyi anlaşabiliyorum ve onlar da bana faydalı oluyor. Sadece iyi şeyler oluyor. Bazen zor olabiliyor, ama herkes zorluk yaşar ve onu aşar. Tabiî bu benim toplumda “normal” yaşamamı engellemiyor. Unutmayalım ki, bir genç olarak yaşlıların bilgeliği ve tecrübesi bende yok. Dolayısıyla ben de gençlerle aynı alanlara ilgi duyabilirim. Ben yemek yemeyi, müzik dinlemeyi, özellikle de rap müziğini çok seviyorum.


Müziğin evrensel bir dili olduğunu düşünüyorum. Ve tınısını sevdiğim her türlü müziği dinliyorum. Her müziği seviyorum. Fark etmiyor, her yerde güzel şeyler bulabiliyorum. İslâmî olsun, rap olsun, ne olursa olsun. Meselâ Fransa’da Rohff’u, Ali de Lunatic’i, Abdel Malik’in İslâm tarzını. İşte, bunlar sevdiğim sanatçılar. Söylediğim, en çok bildiğim rap tarzı haricinde her türlü müzik dinleyebiliyorum. Klâsik müzik kadar aşk şarkıları da dinleyebiliyorum. İlâhî dinlemek ise çok iyi geliyor. Ezgiler, zikirler... Müzik dışında Paris’te gezmeyi, herkes gibi yemek yemeyi, parfümü... İnsanların sevdiği şeyler işte... Şu sıralar ise, evlenmeyi bekliyorum inşallah.


AHLÂKÎ YOZLAŞMAYI ANCAK İSLÂM ÖNLEYEBİLİR


Özellikle şunu belirtmek istiyorum: Ben gençlerin nasıl davrandığını az çok biliyorum. Ben de oralardan geçtim. Eroin işleri, para düşkünlüğünü, kızlara ilgiyi biliyorum. Bütün bunlarla birlikte bir takım olumsuzluklar da ortaya çıkıyor. Bu kavga hiçbir yere götürmüyor insanı. Bu gençlere baktığınızda, mutlu olmadıklarını görüyorsunuz. Her ne kadar bazılarının maddî ihtiyaçları olmasa da çok açık bir şekilde görüyoruz ki, hayattan zevk almıyorlar. Bu gençlerin hiçbir değer yargıları kalmamış. Bunun sebebini de sadece ailelere bağlayamayız. Bence Fransa’da genel mânâda değer yargılarında bir düşüş var. Bu bizim nesille başlayan bir şey değil. Çok daha önce başlayan bir yozlaşma. Meselâ, televizyonda Mayıs 68 ile ilgili röportajları izlediğimde, Fransa’nın değerlerini o andan itibaren kaybettiğini öğrendim. Bana göre İslâm’ın Fransa’ya çok güzel katkıları olabilir. İnsanın kendisi ile barışık yaşaması, başkalarına karşı saygılı olması, yardımseverlik… Bana göre bunlar ahlâklı ve yardımsever bir toplumun temellerdir. Bu da İslâm’da var, Fransa’da yok. Bunlar canlı ve sağlıklı bir toplum oluşmasının esas temelleridir. Elhamdülillah, her gün bunların tecrübesini yaşıyorum. Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum: İslâm bize dünya hayatının yalan ve geçici olduğunu söylüyor. İster kabul edelim ister etmeyelim, bu öyle. Bu yüzden bu dünyadan gitmeden önce yapacak şeylerimiz olduğunu bilmek gerek. İslâm bana uyuşturucuyu bıraktırdı. Şunu özellikle ifade etmek istiyorum ki, Kur’ân okuyarak “kaygı”yı öğrendim. Dolayısıyla, artık kendimi bir takım şeyler yapmak zorunda hissediyorum. Böyle olmasaydı kendimi hiç sorumlu hissetmezdim. Artık ben sorumlulukları olan ve bunları bilen birisiyim. Bunu bana İslâm öğretti.


NAMAZ BİZİ KÖTÜLÜKLERDEN KORUYOR, MANEVÎ GÜÇ VERİYOR


Namazımı veya zikrimi çektiğimde kendime geliyorum. Daha iyi oluyorum. Olayları daha iyi algılayabiliyorum. Kendimle daha barışık hâldeyim ve çevremdeki insanlar da bunu hissediyor. Çünkü kendimi iyi hissediyorum. Zaten kendimi iyi hissetmediğim zaman namaz imdadıma yetişiyor. Namaz benim için bir akü. Eğer namaz olmazsa her şey ters gidecek. Namaz olduğu zaman moral da yerinde ve her şey iyi. Biliyoruz ki, namaz bizi kötülüklerden koruyor. Biliyoruz ki birisi bizi koruyor. Namaz kıldığımızda bu korumadandır ki başkalarına da iyi davranıyoruz. Önceden Müslüman olduğum hâlde bu tür şeylere inanmıyordum. Ama şimdi bunu çok iyi idrak edebiliyorum.


http://www.yeniasya.com.tr/haber_detay2.asp?id=39261



20 yıllık papaz Müslüman oldu ülke karıştı



20 yıllık papaz Müslüman oldu ülke karıştı.



Bulgaristan'da İslam'ı seçen papaz, Müslüman halk ile Ortodoks Hristiyanlar arasında 200 yıldan beri devam eden ortak Aşure günü kutlamalarına darbe vurdu.

Sofya'daki "Sveti İvan Rilski" Ruhban O
kulu'nda bugünkü Plovdiv Mitropoliti Nikolay ile aynı sınıfta okuyan Atanas Mihaylov, Sofya'da 20 yıl boyunca papazlık ve kilise encümenliği yaptı. Bir süre önce ruhani işleri bıkakan Mihaylov, din değiştirerek Müslümanlığı seçti. Sofya müftüsü Mustafa İzbiştali, 27 Kasım günü Sofya Banya Başı Camii'nde ikindi namazından sonra Atanas Mihaylov'un Abdullah adını alarak İslam'ı seçtiğini ilan etti. Abdullah adılı alan Mihaylov, "bilgi ve hakikatı arayan biriydim, bu arayış beni İslam dinini kabul etmeye götürdü" açıklamasında bulundu. Din değiştiren papaza İslam'ı kabulüne dair tasdikname sunan Müftü, bu fotoğrafı Müstülüğün internet sitesine koydu ve "Papaz İslam'ı seçti. Ya Rabbi bizi doğru yolu gösteren rehberliğin için sana dua ediyoruz, bizi sapmışların yoluna düşmekten koru" ifadelerini kullanınca ülke karıştı.



MÜFTÜ GERİ ADIM ATTI AMA...

Bulgar Ortodoks Kilisesi, Mihaylov'un Bulgar kilisesiyle bağlantılarını kopardığını belirterek müftülüğün beyanatının gerçeği yansıtmadığını ve Hristiyanlara hakaret içerdiğini ilan etti. Bulgar basını da papazın Müslüman birine aşık olduğu için din değiştirdiğini öne sürdü. Tepkiler üzerine müftülüğün sitesindeki açıklamanın başlığı "Eski papaz Müslüman oldu" diye değiştirildi ve Kuran'dan alıntı yapılan ayet de metinden çıkarıldı. Ancak müftünün bu hareketi de tansiyonu düşürmedi. Aşure Günü'nde kriz tavan yaptı. Ülkenin kuzeyindeki Vidin kentinde bulunan Mehmet Pazvantoğlu Camii'nde 200 yıldır Müslümanlar ile Ortodoks Hristiyanlar birlikte aşure günü kutlamaları yapıyorlardı.

Ancak Vidin Piskoposluğu, İslam'ı seçen papaz yüzünden dün yapılan Aşure Günü kutlamalarına katılmama kararı aldı. İnternet sitesinden bir açıklama yapan Vidin piskoposu Sioniy, "Vidin Hristiyanları olarak İslam inancına şimdiye kadar sevgiyle yaklaştık. Aşure günü kutlamalarına katılmamız da bunun bir göstergesiydi. Ancak son yaşananlar yüzünden kentteki tüm Hristiyan Ortodoksları Aşure gününe katılmalaları çağrısında bulunuyoruz" denildi.

 

(Ahaber)



http://www.habervaktim.com/haber/276799/20_yillik_papaz_musluman_oldu_ulke_karisti.html