25 Ocak 2012 Çarşamba

"HAYATIM KUR'ANLA AYDINLANDI"



"HAYATIM KUR'ANLA AYDINLANDI"

"O dönem sürekli olarak ölüm üzerine düşünüyordum; yok olma duygusu artık beni korkutmaya başlamıştı"


Abdulhakim’le ilk olarak Şam’da bir mescidde tanışmıştık. Daha sonra sık sık bir araya gelmeye başladık ve aramızda sıkı bir dostluk oluştu. İngiltere’de doğup büyüyen Abdulhakim’in asıl memleketi Nijerya; fakat O Nijerya’yı hiç görmemiş. Abdulhakim’le bir araya geldiğimizde konu genelde Kur-an’dan açılıyordu. Şimdiye kadar, Abdulhakim gibi Kur-anla dost olmayı başarabilen ve Kur-an’ üzerine onun kadar yoğun şekilde araştırmalar yapan bir kişi görmedim desem sanırım yanlış olmaz. İlerleyen zamanlarda Abdulhakim’in İslam’a sonradan girdiğini, Müslüman olmadan önce Okeroghene Egbedi ismini kullandığını öğrendim. Bu durum beni daha da şaşırtmıştı. Uzun zamandır Abdulhakim’in hidayet öyküsünü dinlemeyi istiyordum. Sonunda bir gece onu ikna ettik ve saatlerce süren sohbetin ardından bu röportaj ortaya çıktı. 2 senedir Şam’da hem hafızlık yapan, hem de Arapça öğrenen Abdulhakim’in hidayet öyküsü gerçekten çok ilginç.

- Sohbetimize Müslüman olmadan önceki hayatınla başlayalım. Hangi süreçlerden geçerek İslam’la tanıştın?


Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Londra’da dünyaya geldim. Annem kilisede görevliydi, babam da iyi bir Hıristiyan’dı. Küçük yaşlardan itibaren kiliseye gitmeye başladım. Annem her Pazar günü beni ve kardeşlerimi mutlaka kiliseye götürürdü. Fakat 14 yaşımdan sonra kiliseyi terk ettim.

-Kiliseyi niçin terk ettin?

Bu İngiltere’de yaşayan insanların bir âdetidir. 13-14 yaşınıza kadar anne ve babanız istediği için kiliseye gidip ayinlere katılırsınız, gençlik çağınıza girdikten sonra ise kiliseyi terk edersiniz. Fakat yaşlandığınızda tekrar kiliseye geri dönüp Pazar ayinlerine katılmaya başlarsınız. Ben de bu âdete uyarak 13 yaşımdan itibaren kiliseye gitmekten vazgeçtim.

-Kiliseyi terk etmen yaşamında herhangi bir değişikliğe neden oldu mu?

Evet, hem de çok. Benim yaşadığım mahalle, Londra’nın kuzeyinde bulunuyordu. Londra’nın kuzey kesimleri şehrin en berbat yerleridir ve kuzeyde aklınıza gelebilecek her türlü suç işlenir. Arkadaş çevrem çok bozuktu.

İçki içiyordum, kızlarla beraber oluyordum, hatta bazı zamanlar uyuşturucu kullandığım bile oluyordu.

-Bu bölgede daha çok senin gibi Afrika kökenliler mi yaşıyor?

Hayır. Kuzeyde her milletten insan bulunur. Hatta arkadaşlarım arasında Türkler de vardı.

-Kiliseyi terk ettikten sonra kendini her şeye rağmen bir Hıristiyan olarak hissediyor muydun?


Hıristiyanlık bana çok saçma gelmeye başlamıştı.

Niçin?

Hıristiyanlar Hz. İsa’nın ve Allah’ın aslında bir olduğunu söylüyorlardı. Bu da bana hiç mantıklı gelmiyordu. Ayrıca papazları da hiç samimi bulmuyordum. Sürekli olarak Hz. İsa’yı kullanarak fakir insanlardan para topluyorlardı. Ben de ateist olmaya karar verdim.

-İslam’la tanışman nasıl gerçekleşti?

Lisede benim gibi Afrikalı olan Samir isminde bir arkadaşım vardı. Samir’in anne ve babası Müslüman’dı. Fakat onun İslam’la herhangi bir ilişkisi yoktu ve İslam’la ilgili de herhangi bir şey bilmiyordu. Lise bittikten bir yıl sonra Samir ile karşılaştık. Bir cafeye oturup Samir ile sohbet etmeye başladık. Samir bir hayli değişmişti ve bana sürekli sorular soruyordu.

-Ne gibi sorular?

Mesela dünyaya niçin geldiğimi ve niçin yaşadığımı soruyordu. Ayrıca ölünce başımıza neler geleceğini düşünmemi istiyordu. Daha sonraki günler Samir ile sık sık bir araya gelmeye başladık. Sohbetlerimiz genel olarak yaşam ve ölüm üzerine oluyordu.

“YOK OLMA DUYGUSUNDAN KORKUYORDUM”

-Bu sohbetlerinizde Arkadaşın Samir sana İslam’dan hiç bahsetti mi?


Hayır hiç bahsetmedi. Samir beni daha çok düşünmeye sevkediyordu. Birkaç ay geçtikten sonra Samir bana; “Bangladeşli bir arkadaşım var. Onunla sohbet etmeni istiyorum. Onunla yapacağın sohbet sana çok zevk verecek. Ayrıca o çok zeki ve bilgili bir kişi” dedi. Samir’in bu teklifini önce kabul etmedim. Çünkü Samir bana bir türlü cevaplayamadığım sorular soruyordu, bu sorulara cevaplar bulamazken bir başkasının daha zihnimi yeni sorularla doldurmasına katlanamazdım. O dönem sürekli olarak ölüm üzerine düşünüyordum; yok olma duygusu artık beni korkutmaya başlamıştı. Daha sonra kendimi okumaya verdim.

-Ne tür kitaplar okuyordun?


Daha çok felsefi eserler okuyordum, özellikle Descartes beni çok etkilemişti.

Ayrıca üniversitenin felsefe bölümüne kayıt oldum. Bu arada Hıristiyanlık, Yahudilik, Budizm ve Hinduizm üzerine araştırmalar yaptım, fakat bu dinlerin hiç biri zihnimdeki sorulara cevap veremedi. Artık bir yaratıcının olduğuna inanmaya başlamıştım. Fakat bu yaratıcının nasıl bir şey olduğunu bilmiyordum.

Arkadaşım Samir belli bir süre sonra bana tekrar Bangladeşliyi ziyaret etme teklifinde bulundu, ben de Samir’in bu seferki teklifini kabul ettim. Samir, kardeşim ve ben bir hafta sonu Bangladeşliyi ziyarete gittik.

- Samir’in Bangladeşli arkadaşıyla neler konuştunuz?


O da tıpkı Samir gibi bana sorular sordu. Hatta bir ara onunla münakaşa bile ettik. Fakat Bangladeşli çok bilgiliydi ve ben ona cevap yetiştiremiyordum. Bangladeşli, sohbetimizin sonlarına doğru bana herhangi bir dine inanıp inanmadığımı sordu. Bir yaratıcının olduğuna inandığımı; fakat bu yaratıcınınnasıl bir şey olduğunu bilmediğimi söyledim. Bangladeşli yaratıcının nasıl olduğunu Kur’an’dan öğreneceğimi ifade etti ve Kur’an okumamı tavsiye etti. Bu sefer Bangladeşliye Kur’anın hakikat olduğunu nereden bileceğimi sordum. Bangladeşli; “ Eğer Allah senin hidayete ermeni dilediyse, Kura-an’ı okuduğunda, hiçbir kelamın Kur-an’ın misli olmadığını ve Kur-an’ın Allah tarafından gönderildiğini hissedeceksin ” dedi. Bangladeşli Kur-an’ın beni ikna edeceğine bütün kalbiyle inanıyor gibi gözüküyordu.

O gün sohbetimiz 7 saate yakın sürdü ve bu sohbetin ardından içimde Kur-an’a karşı büyük bir merak oluştu. Bangladeşli ile vedalaştıktan sonra kardeşim kendi kitaplarının arasında, okuldaki Müslüman bir kız arkadaşı tarafından hediye edilen İngilizce bir Kur’an tercümesi olduğunu, fakat onu hiç okumadığını söyledi. Hemen Kur-an’ı kardeşimden istedim; fakat kardeşim bu isteğimi geri çevirdi. Bangladeşli ile yaptığız sohbetin ardından onda da Kur-an’a karşı büyük bir merak oluşmuştu. Kardeşim bana “Kitaplığımdaki Kur-an’ı önce ben okuyayım, daha sonra sana veririm” dedi. Bir gün sonra Afrikalı bir arkadaşım beni tatil için Gana’ya davet etti. Ben de bu daveti kabul ettim. Yaklaşık 20 gün Gana’da kaldım ve Gana’dan döner dönmez, kardeşime Kur-an’ı okuyup okumadığını sordum. Kardeşim Kur-an’ın bir bölümünü okumuş; fakat Kur-an’dan pek fazla hoşlanmamıştı. Kardeşimden Kur-an’ı bana getirmesini istedim ve vakit kaybetmeden Kur-an’ı İngilizce tercümesinden okumaya başladım. Bakara, Ali İmran, Nisa, Maide, Enam, A’raf, Enfal, Tevbe, Yunus ve Hud Surelerini arka arkaya okudum. Bu sureler beni o kadar çok etkiledi ki, hissettiklerimi size tam olarak anlatamayabilirim. Kehf, Meryem, Taha Surelerini okuduğumda ise Kur-an’ın bir yaratıcı tarafından gönderildiğine kesin olarak inandım ve Müslüman olmaya karar verdim.

-Kur’an-ın neyinden etkiledin? Bu konuyu biraz daha açar mısın?

Kur’an okumadan önce zihnimde cevaplanması gereken bir sürü soru vardı. Okuduğum kitaplar bu sorulara cevap veremiyordu. Fakat Kur-an hem sorularıma cevaplar verdi, hem de kalbime büyük bir sükûnet indirdi.

Kur-an’dan bu denli etkilenmemin bir başka sebebi de, Kur-an’ın insanın hayatını baştan aşağı yeniden düzenlemesiydi. Bu kitap insanın yaşam sürmesi için ihtiyaç duyduğu her alana bir takım kurallar koyuyor ve insanı yeni bir hayatla tanıştırıyor. Böyle bir şeyi ne İncil’de, ne de Tevrat’ta gördüm. Ayrıca düşünen bir insanın Kur’an okuyup da iman etmemesi imkânsız. Mesela Kur-an’da “Allah bütün her şeyi sudan yarattı” diye bir ayet var. Bilim bütün mahlukatın sudan yaratıldığını daha yeni keşfetti; fakat 1400 sene önce gelen bir kitap, bilimin yıllar sonra keşfettiği bir şeyi size haber veriyor. Bu nasıl olabilir?

“BAŞKA BİR DÜNYAYA ADIM ATTIM”

-Müslüman olmaya karar verdikten sonra ne yaptın?


Müslüman olmaya karar vermiştim; fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmiyordum. Arkadaşım Samir’e telefon açtım ve ona Müslüman olmaya karar verdiğimi, fakat nasıl Müslüman olunacağını bilmediğimi söyledim. Samir beni genelde Arapların takıldığı bir lokantaya davet etti. Yanında başka Müslüman gençler de vardı. Samir’e tekrar nasıl Müslüman olacağımı sorduğum da, İslam’a girmek için sadece Kelime-i Şehadet getirmemin yeterli olacağı cevabını aldım. İslam’a girmenin bu kadar basit olması beni çok şaşırttı. Çünkü Hıristiyan olmak istediğinizde bir sürü tören düzenlenmesi gerekiyordu. Samir’in söylediği Kelime-i Şehadeti tekrarladım ve Samir’in arkadaşları sevinçli bir şekilde ayağa kalkıp beni sırayla kucakladılar. O an başka bir dünyaya adım attığımı fark ettim. Yemekten sonra ellerimi yıkamak için lavaboya gitmiştim. Lavabonun aynasına baktığımda bir hayli şaşırdım. Çünkü yüzümü uzun zamandır ilk defa bu kadar mutlu görüyordum. Lavabodan dönünce Lokanta sahibi yanıma geldi. O da Lübnanlı bir Arap Müslüman’dı. Bana “Bu lokantadan ne istersen yiyebilirsin, sen artık bizim kardeşimizsin” dedi. Lokanta sahibinin bu tavrı beni bir hayli şaşırttı. Çünkü İngiltere’de hiç kimse başka birine böyle bir teklifte bulunmaz. Fakat Müslümanlarla yaşamaya başladıktan sonra, bu davranışın sıradan bir şey olduğunu, Müslümanların birbirlerine karşılıksız ikramlarda bulunduklarını öğrendim.

-Abdulhakim,hangi tarihte İslam’a girmiştin?


2003 yılında Müslüman oldum. Ramazan’a tam olarak 12 gün vardı ve ilk orucumu da 2003 yılında tuttum. Ayrıca aynı yıl Ramazan ayında itikafa da girdim.

-Müslüman olur olmaz seni hemen itikafa mı soktular?

Onlar sokmadılar, ben kendi isteğimle girdim. Müslüman olduktan bir gün sonra arkadaşım Samir’i arayıp ona İslam’la ilgili bazı sorular sordum. Samir sorduğum sorulara cevap verdi ve bir ara Ramazan’ın son 10 günü bir mescitte itikafa girmenin Peygamberimiz tarafından tavsiye edildiğini söyledi. Telefon görüşmemiz bittikten sonra, Samir’in anlattıkları aklıma geldi ve kendi kendime; “Peygamber tavsiye ettiyse, bu itikaf denen şey güzel bir şeydir” dedim. Fakat itikafın ne olduğunu bilmiyordum. Bir gün sonra evden çıkıp itikaf için bir mescid aramaya başladım ve aradığım mescidi buldum. Mescidin kapısını vurduğumda bir Müslüman kapıyı açtı ve bana ne istediğimi sordu. “İtikaf istiyorum” dedim. Arnavut olduğunu öğrendiğim Müslüman bana iki dakika beklemem gerektiğini, beni itikafa kabul etmeleri için mescitte kendileriyle birlikte itikafa giren imamın onay vermesi gerektiğini söyledi. Arnavut’un bakışlarından benden pek fazla hoşlanmadığını fark etmiştim. Çünkü üstümdeki giysiler, Müslüman giysisine benzemiyordu. Arnavut Müslüman imamla konuşup geri döndü ve beni itikafa kabul edemeyeceklerini söyledi ve kapıyı kapattı. O an çok üzüldüm. Çünkü benim Müslüman olduğuma inanmamışlardı. Peygamberin tavsiyesini yerine getirmeyi çok istiyordum. Bu nedenle mescidin kapısının önüne oturup, mesciddekilerin beni itikafa kabul etmeleri için Allah’a dua ettim. 1 saat kadar mescidin kapısının önünde bekledim. 1 saat sonra bir başka kişi kapıyı açtı. Benim kapının önünde beklediğimi görünce, beni içeri davet etti. Mescidin içinde bir sürü genç Müslüman vardı. Bu gençlere imamlık yapan Mustafa adında bir Türk beni karşıladı ve ne istediğimi sordu. İslam’a yeni girdiğimi ve peygamberin itikaf tavsiyesini yerine getirmek istediğimi söyledim. Mustafa ağlamaya başladı ve benden özür diledi.

-İlk namazını ne zaman kıldın?

İlk namazımı itikaf sırasında kıldım. Ayrıca İslam ile ilgili ilk bilgilerimi de itikaf esnasında öğrendim. Mustafa Hoca sürekli benimle ilgilendi ve bana namazın nasıl kılınacağını öğretti. Mescidde kalırken Fatiha, Kevser ve İhlas surelerini de ezberledim ve ilk namazlarımı bu surelerle kıldım. İtikafta sürekli Kuran okuyordum. Kur-an’ı o kadar çok sevmiştim ki, bir an bile olsun onu elimden bırakmak istemiyordum.

“KUR-AN KALBİMİ AYDINLATTI”

-İslam ve özellikle Kur’an sende ne gibi değişiliklere yol açtı?


Kur’an okudukça değiştim ve kalbimin, zihnimin, hayatımın Kur-an ile aydınlandığını farkettim. Kendimi yeni doğmuş bir çocuk gibi hissediyordum, hatta hiç konuşmak istemiyor, vaktimi sadece Kur’an okuyarak geçirmek istiyordum. Daha sonra Kur-an’ın yanında hadis kitapları da okumaya başladım. Hadisler de beni çok etkiledi ve hadislerden İslam’ı nasıl yaşamam gerektiğini öğrendim. Hadis kitaplarından ilk öğrendiğim kural, niyetimi düzeltmem gerektiğiydi. Her şeyi Allah için yapmam gerekiyordu, insanlar veya bir menfaat karşılığı değil. Bu alışkanlığı kazanmak için aylarca çaba sarf edip, Allah’a dua ettim. Allah da dualarımı kabul etti...

-Müslüman olman çevren tarafından nasıl karşılandı. Ailen İslam’a girişine karşı çıktı mı?


Babam bir şey demedi; fakat annem başlarda delirdiğimi zannetti. Özellikle namaz ailemin ilgisini çekiyordu. Evde namaz kıldığımda, bana namazla ilgili sorular soruyorlardı.

-Daha sonra ailenden Müslüman olanlar oldu mu?


Evet. İki erkek kardeşim de Müslüman oldular. Annem halen Hıristiyan olsa da sürekli olarak, “Müslüman olmanız çok iyi oldu. Bu haliniz eski halinizden çok çok iyi. Sakın İslam’ı terk etmeyin” diyor.

-İngiltere’de İslam’a olan ilgi hangi boyutlarda? Senin gibi İslam’a giren çok insan var mı?


Hem de çok fazla. Her yıl İslam’a girenlerin oranı artıyor. Özellikle İngiliz kadınlar İslam’a büyük bir ilgi gösteriyorlar. Mesela geçen ay sadece Londra’da 51 İngiliz kadın Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

- Özellikle kadınların İslam’a bu denli ilgi göstermesinin sebebi sence nedir?

İngiliz erkekler kadınları sadece bir sex objesi olarak görüyor. Birçok kadın bu bakış açısına karşı çıkıyor ve İslam’ın kadına verdiği değeri öğrendiklerinde bundan etkilenerek Müslüman olmaya karar veriyorlar.

“GERÇEK ZENGİNLİK İMAN ETMEKTİR”

-Batıda yaşam standartları doğu ülkelerinden çok daha iyi. Hatta bir çok doğulu yaşamak için Batı’ya gitme hayali kuruyor. Fakat sen tam tersini yaparak, hayatını sürdürmek için bir doğu şehrini seçtin. Niçin böyle bir tercihte bulundun?

Batı, doğudan maddi olarak çok daha zengin; bu doğru. Fakat asıl zenginlik mal ile değildir, gerçek zenginlik iman etmektir. Fakirlik ise küfür içinde olmak, Allah’ın gönderdiği Rasûl’e inanmamaktır. Batı bu yönüyle doğudan çok daha fakir. Çünkü Batı’nın imanı yok. Doğu’da yaşayan insanlar sürekli olarak Batı’yı anlatan filmler seyrediyorlar ve Batı’nın filmlerde gözüktüğü gibi olduğunu zannediyorlar. Bu doğru değil… Ben 2 senedir Şam’da yaşıyorum ve bundan çok mutluyum. Şam bana sürekli olarak Müslüman olmanın, Müslümanlarla bir arada yaşamanın güzelliklerini hissettiriyor.

ADEM ÖZKÖSE / GERÇEK HAYAT 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder