25 Ocak 2012 Çarşamba

"MİSYONERLER BENİ KATOLİK YAPMIŞTI"



"MİSYONERLER BENİ KATOLİK YAPMIŞTI"
İBRÂHÎM VOO (Malayalı)
Ben,müslümân olmadan evvel katolik bir hıristiyandım.Misyonerler beni katolik yapmıştı. Fakat, bu dîne bir türlü ısınamıyordum.Çünkü, râhibler, üç Allaha inanmamı istiyorlardı ve sonra İşâ-i rabbânîyi yanî [Îsâ aleyhisselâmın etinin ekmek ve kanının şarâp olduğunu temsîl eden âyini] ve kudsî ekmeğe tapmak mecbûriyetini emir ediyorlardı. Papanın, günâhsız olduğunu ve o ne derse yapmak îcâb etdiğini ve buna benzer aklın kabûl etmediği birçok şeyleri öğretiyorlar, bilhâssa hıristiyanların islâm dînine düşman olmaları lâzımdır, diyorlardı. Bunlara inanılmazsa, insanın mahv ve perîşân olacağını söylüyorlardı. Râhiblerden, söyledikleri şeylerin ne demek olduğunu soruyor, onlardan aklımın kabûl edeceği bir îzâh bekliyordum. Fakat hiç biri, bu husûsda tafsîlat veremiyor, (Bunlar kudsî sırlardır. Kimsenin aklı ermez) demekle iktifâ ediyorlardı.
Bir insan aklı ermediği bir şeyi nasıl kabûl ederdi?Ben yavaş yavaş bu işde bir sakatlık olduğunu, hıristiyanlığın doğru bir din olmadığını düşünüyor ve ondan büsbütün nefret ediyordum .Hele, râhiblere başka bir dinden, meselâ islâmiyetten bahs edilse, hemen ifrit kesiliyorlar, (Muhammed bir yalancıdır. İslâm uydurma bir dindir) diye bar bar bağırıyorlardı. (Peki,bu din,niçin yalancı bir dindir?) diye sorduğum zamân, buna da bir cevâb veremiyorlar, kekeliyorlardı. Onların bu hâli, beni islâm dînini yakından tetkîk etmeğe sevk etti.
Malaya'da bulunan müslümânlarla temâs ettim. Onlardan dinleri hakkında bilgi taleb eyledim. Bunlar râhiblere hiç benzemiyordu. Bana islâmiyet hakkında çok güzel malûmat verdiler. Şunu da sözlerime ilâve edeyim ki, başlangıçta kendileri ile adamakıllı münâkaşa ettim. Fakat onlar, benim bütün sorularıma o kadar inandırıcı cevâblar verdiler, bunları o kadar metânet ve sabrla karşıladılar ki, yavaş yavaş gözümün önünde bir perde açıldığını, içime büyük bir huzûr ve ferâhlık geldiğini his ediyordum.
Birçok hurâfelerle dolu olan hıristiyanlığın tam aksine, bu dinde herşey akla uygun, mantıkî ve fikrî idi. Müslümânlar tek bir hâlıka [yaratıcıya] inanıyorlardı. Bu büyük yaratıcı, insanların günâhkâr olduğunu söylemiyor, onlara nimetini bol bol ihsân ediyordu. Verdiği emirler arasında, benim anlamadığım tek şey yokdu. İbâdetleri, sırf Allahü teâlâya hamd etmek içindi. Onlar muhtelif resimlere, işâretlere tapmıyorlardı. Kudsî kitâbları olan Kur’ân-ı kerîmin her âyetinin lezzetini rûhumda duyuyordum. İbâdet için muhakkak bir mabede gitmek mecbûriyeti yoktu. İnsan, evinde yâhud herhangi bir yerde ibâdet edebilirdi. Bütün bunlar, o kadar güzel, doğru ve insânî şeylerdi ki, ben artık, hakîkî Allah dîninin, müslümânlık olduğunu kabûl ettim ve seve seve müslümân oldum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder